Annem öldüğünde içimdeki her şey ağlıyordu ama akıtacak gözyaşım kalmamıştı. Krematoryum çıkışında hafif bir duman tü tü yordu, annem güzelce göğe yükseliyordu... Atık kâğıt depolarında çalışmaya başlayalı on yıl olmuştu: alışkanlık gereği krematoryumun bodrumuna indim, onların insanlarla yaptığını ben kitaplarla yapıyordum. Dört ceset yakılmıştı, annem üçüncüsüydü. Hiç kıpırdamadan insanoğlundan kalan son maddeye, ölügömücünün öğütmek üzere kemikleri almasına, annemden son kalanları madenî bir kutuya koymasına bakıyordum, gözlerimi faltaşı gibi açmıştım, tıpkı, muhteşem yükü İsviçre ya da Avusturya’da kilosu bir kurondan satılacak olan trenin uzaklaştığı zamanki gibi.