Gönderi

"Biz Başkalarını Kendimiz Gibi Biliriz. "
“Yirminci yüzyılda bir veli” olan Ahmed el-Alavi hazretleri, “Kibirliden rahatsız olan da kibirlidir” der. Aynı şey. Kibirlinin kibri, o hususiyete olan aşinalığımızla belirginlik kazanır. Bizde eğer kibrin esamisi okunmuyor olsaydı, kibirlideki kibri tanıyamazdık. Daha doğrusu, tanısak bile o kibir bizde bir gerilime yol açmaz, belki merhamete yol açardı. Bir başkasındaki menfi bir niteliği, ancak o niteliğin bir kökü, bir ucu bizde mevcutsa tanıyabiliriz. Bir söz vardır: “Nasıl bilirsin? Kendim gibi.” Biz başkalarını kendimiz gibi biliriz. Kemal kazandıkça, hem kendimizdeki noksanlıkları, hem de başkalarındaki kemali daha ziyade görmeye başlarız. Kendi kusurlarımızı görmek, başkalarının kusurlarını gözümüzde küçültür. Aslında tam da bu sebeple, kendimizi onarmış, o kusurlardan arındırmaya başlamış oluruz. Çünkü başkalarındaki kusurları göremeyecek bir saflığa ve arınmaya ulaşmak, aslında o kusurların bizdeki köklerini ve uçlarını kurutmak anlamına gelir. Görmeyen kurtulur. Görmeyi sürdürdüğümüz sürece, bilelim ki gördüğümüz o şey, bizim onarılması ve terbiye edilmesi gereken niteliğimizi ifşa etmektedir. İnsan insanın aynasıdır. Hangi kusuru görüyorsak, bizde muğlak ve biçimsiz olarak bulunan ama içten içe bizim huzursuzluğumuzun da kaynağını oluşturan şeyi görmüşüzdür. Aynı husus iyi niteliklerle ilgili olarak da geçerli. Karşımızdaki iyi niteliği tanıyabilmek için, yine onun bizdeki köküne müracaat etmek gerekir. Bizde ona dair bir şuur olmasaydı, onu tanıyamayacaktık. Karşımızda iyi nitelikler gördükçe, bu bizim iyi niteliklerle donandığımızı gösterir. İyi olan, iyi görür. Tersi de geçerli: İyi gören, iyidir. Bir şeyi kınamayı sürekli hale getirmek, o şeyle derinden ve güçlü biçimde meşguliyetimizin bir ifşası, demektir. O şeyi lafta, dil düzeyinde yerdikçe, kendimizi adeta o şeyle hesaplaşıyor gibi hissederiz. Ama bu sahici bir hesaplaşma değildir. Belki tersinden bu yerme, o şeyi bizde bir yandan pekiştirirken, öte yandan da bizim o şeyle sahiden, ruhsal olarak hesaplaşmamıza mani olmaktadır. Bir şeyi yermemiz ve kınamamız zaaflarımızı da ele veren bir ifşa olabilir. Yani o şeyi ne kadar önemsediğimizi, o şeye nasıl meftun olduğumuzu da dile getiriyor olabiliriz. Râbiatü’l-Adeviyye’ye bir adam gelmiş. Başlamış huzurunda dünyayı yermeye: “Dünya şöyle kötü, böyle bayağı, şu kadar adi. Ah şu dünyanın ettikleri.” Epey uzun da süren bu yerme seansından sonra, tarihin gördüğü en dev kadınlardan olan Rabia Sultan ona şöyle demiş: “Bitirdiysen, senin şu ana kadar ne yaptığını söyleyeyim. Senin konuşmandan benim anladığım, sen dünyayı çok önemsemiş, onu çokça kafana takmışsın.” Ahmet Murat
··
6 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.