İstanbul’da “Aman düşmanın sözünden çıkmayalım” denildiği
o günlerde, Atatürk ve arkadaşları Anadolu’da milletle berber
düşmana karşı direniş planları yapmaktaydı. Padişah dahil
hiçbir Osmanlı yöneticisinin aklına ”BıV çare daha var: Bu anlaşmayı
kabul etmeyelim ve Anadolu'da Atatürk ve arkadaşlarının
direnişine destek verelim, öleceksek de vuruşarak ölelim”
demek gelmemiştir.
Cumhuriyet tarihi yalancılarının aklamaya çalıştıkları Padişah
Vahdettin, Saltanat Şurası’nın aldığı “Sevr Antlaşması’nı kabul
edelim” kararına karşı yumruğunu masaya vurarak, “Hayır,
böyle bir idam fermanını asla kabul edemeyiz... Gerekirse burada vuruşarak ölürüz, ama milletimizin alnına bu kara lekeyi
çalamayız” deme cesaretini gösterememiştir. Vahdettin’in, iş
işten geçtikten sonra Sevr Antlaşmasindan Mmecelle-i mesâib”,
yani ‘musibetler belgesi’ diye söz etmesinin ne anlamı vardır?
İşte, Cumhuriyet tarihi yalancılarının, “Padişah Vahdettin
Sevr’i imzalamadı! Osmanlı yöneticileri de Sevr Antlaşması’na
karşıydı! Ayrıca, Sevr’in geçerli olması için meclisin onayından
geçmesi gerekirken meclis kapalı olduğu için meclisin onayından
geçmedi, bu yüzden Sevr Antlaşması zaten geçersizdir! türündeki
“kıvırmalarının” gerçeği yansıtmadığı, Padişah Vahdettin ve
45 Osmanlı yöneticisinden 44’ünün Sevr Antlaşması’na “evet”
dedikleri gün gibi ortadadır.