Gönderi

352 syf.
·
Not rated
·
Liked
Çoğunluk ne der? Aykırı düşünen buharlaşır? Sisteme uymak? Dönemin adamı olmak? Tüm bu yukarıdakiler, aslında bizim ülkemizin özeti değil mi? Özellikle son dönemlere baktığımızda ne kadar karaktersiz ve ruhsuz insanın var olduğunu gördük ülkemizde. Herhangi bir siyasi parti iktidara gelebilir veya iktdarını diğerlerine nazaran daha otokratik temeller üzerine bina edebilir. Bazen de kendisinde olmayan bir kutsallığı varsayarak teokratik bir düzen tesis etme çabasına girişebilir. Bunun tarihte örneği çoktur. Baştan söyleyelim kitap, mutlu sonla bitmiyor. Kitaptaki parti ve lideri Büyük Birader'e göre hiçbir zaman da iktidardan düşmeyecekler. Kendilerini Nasyonal Sosyalist Parti'den ya da Bolşevik Parti'den farklı ve daha üstün görüyorlar. Onların yaptığı hatalara düşmeyeceklerini, daha sert bir tavır içerisinde olduklarını iddia ediyorlar. Naziler ve Komünistler de yenildiler. Dışarıda izledikleri siyaset neticesinde dünyanın tepkisini çekerek, dış müdahaleye açık hale getirdiler kendilerini. Kendi siyasal görüşünüzü dünyaya yaymaya kalkarsanız dünya elbette buna bir tepki verecektir. Atatürk, bu yüzden Yurtta Sulh Cihanda Sulh dememiş miydi zaten. Ama elbette dışarıya oynayabilmek için evvela içeride kuveetli olmak gerekir. 1984'de olan da bu. Büyük bir savaştan sonra dünyanın tek bir noktasına değil de çeşitli noktalarına atılan nükleer bombalar neticesinde yaşamaktan yorulan insanlar kendilerini iktidara gelen partinin egemenliği altına bırakmışlar. Bu parti de kendi dünya görüşünü sadece devletin yönetim mekanizması değil, aynı zamanda zümresi altındakilerin yaşam biçimi haline getirmiş. Sonunda iki kere ikinin beş ettiğini söyler hale gelmiş. Ve siz de buna inanmak zorunda kalmışsınız. İş öyle bir hal almış ki zamanla partinin söylediği her şey genel kabul hale gelmiş. Farklı düşündüğünüz için sizi öldürebilirler. Ama asıl korkunç olan söylediklerinde haklı olmaları. Kalabalıkları kontrol etmek zordur. Toplumu denetim altına alabilmek için hiyerarşik bir yapı kurarsınız. Halk, devletle iletişimini bu hiyerarşik makamlar aracılığı ile sağlar. Ancak otokratik yönetimlerde halkın kendisi hiyerarşik bir yapıdır. Devlet, amiriniz rolünü üstlenir. Bu bence insanlık adına özgürlüğü kısıtlayıcı ve gereksiz bir tedbirdir. İlk makinelerin ortaya çıkışıyla birlikte aklı başında insanlar, ağır çalışma koşullarının ve eşitsizliğin hüküm sürmemesi gerektiğinin farkına varmışlardı. Makineler böyle bir amaçla kullanılmamasına karşın üretim fazlası olarak paylaştırılmak zorunda kalınan bir zenginlik üretmişlerdi. Bu da tabi ki yaşam kalitesini artırdı. Yaşam kalitesi artınca insanlar daha özgür hareket etmeye ve en önemlisi düşünmeye başladılar. Düşününce ne mi oluyor? Otokratik düzenin halkı esaret altına aldığı hiyerarşik yapı tehlikeye giriyor. İnsanların daha az çalıştığı, marketten istediği her şeyi alabildiği, iphone X'e sahip olduğu, mercedes bmw audi gibi lüks sınıf araçların sokaklarda sıradan bir şeymiş gibi görülebildiği bir dünya hayal edin. En önemlisi ise bunların kredisiz, vade farkı altına yatmadan alınabildiği bir dünya... Böyle bir dünyada oldukça fazla boş vakit kalırdı. Bu da insanlara OKUR özelliği kazandırıp, kendi başına düşünebilmeyi sağlardı. Sonunda bu insanlar, hiçbir işe yaramadıkğını anladıkları hiyerarşik yapının yarattığı ayrıcalıklı zümreyi ortadan kaldırırdı. Ama gelin görün ki bizim ülkemiz de dahil olmak üzere hiyerarşik toplum varlığını sürdürmeye devam ediyor. Çünkü hiyerarşik toplum, varlığını ancak yoksulluğa ve cahilliğe yaslanarak sürdürebilir. Şimdi diyeceksiniz ki "herkesin elinde iphone var, herkes altına araba çekmiş, bayramlarda tatile çıkılıyor, oteller dolu vb... İyi de insanlar, gidip telefon operatörlerinden, uzun vadelerle normal fiyatının üzerine 2-3 bin lira farkla alıyorlar telefonlarını. Bankadan çektikleri yüksek faizle alabiliyorlar arabalarını. Tatile bütün yıl çalışıp biriktirdikleriyle gidebiliyorlar. Kendimizi kandırmanın bir anlamı yok. Hiyerarşik bir toplumda yaşıyoruz. Ülkemizin gündemi sürekli meşgul. Hatta dünya gündemi de. Sürekli bir savaş çığırtkanlığı var. Savaş nedir biliyor musunuz? Savaş, halk kitlelerini fazlasıyla rahata erdirecek, dolayısıyla uzun sürede kafalarının fazlasıyla çalışmasını sağlayacak araç gereç ve donatımı paramparça etmenin bir yoludur. Savaş, ilke olarak her zaman halkın basit gereksinimleri karşılandıktan sonra geriye kalabilecek üretim fazlasını tüketecek biçimde tasarlanır. Amaç sizi psikolojik olarak da etki altına almaktır. İlle de bunu savaşla sağlamak zorunda değilsinizdir. Çünkü savaşın ciddi maliyetleri en güçlü ekonomileri bile tehdit eder hale gelmiştir. Ülkenizde insanları etkisi altına alabilecek sansasyonel eylemleri düzenli aralıklarla meydana getirmek de aynı işlevi görecektir. Olanı söylüyorum, nefret söylemi yapmıyorum. Bunlar var olan gerçekler değil mi. 1984'deanlatıldığı gibi bugün de pek fazla değişen bir şey olmadı aslında. İdareler gene insanlara hükmetmek istiyorlar. Bunu da acı çektirerek, aşağılayarak yapıyorlar. İnsanların zihinlerini darmadağınık edip, sonra yeniden biçimlendiriyorlar. Muhalefeti zayıflatıp, parçalıyorlar. Hayata ger düzeyde müdahale edip, insanları eğip büküyorlar. Onlara göre; ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR. İKİ KERE İKİ BE EDER. TANRI İKTİDARDIR. Orwell, bizi uyandırmak ve uyarmak istemişti. Ancak biliyoruz ki elimizdekini kaybetmeden değerini anlayamıyoruz. Soğuk suyun içerisinde yavaş yavaş kaynatılan insanlarız. Umarım ayırdına vardığımızda çok geç olmaz.
1984
1984George Orwell · Can Yayınları · 2023166.6k okunma
·
12 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.