Birçok kadın, insan toplumu sınıflara ayrılmadan önce, toplumdaki saygın ve hatta zaman zaman üstün olduğu konumdan haberdar değildir. "Feminizm" başlığı altında konuşmalar ve tartışmalar yapılsa dâhi geçmişten günümüze kadarki kadının tarihi bilinmeden yeterli ve sağlıklı sonuçlara, ardından da çözümlere ulaşmak mümkün değildir. "Kadın sorunu" bir azınlık grubunun sorunu değildir; insanlığın yarısını ilgilendiren ve geri bırakan bir konuyu önemsememek/yok saymak/küçük görmek insanlığın geri kalan yarısını da zarara sokmadan teğet geçmeyecektir ve geçmiyor da. Atatürk'ün dediği gibi: "Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!"
Sorunları derinlemesine ele alan ve inceleyen az sayıda insan olduğundan, kadın konusunu da derinlemesine ele alan kadın sayısı azdır. Hatta yine insanın yapısından kaynaklı olarak kadın haklarıyla ilgili de kişisel çıkar güdüldüğünü ve fikirlerin kılıf olarak kullanıldığını görmek mümkündür. Fikirlerin insanlardaki tezahürü etkili olsa bile, fikri savunan insanlar ile fikir arasında ayrım yapmak gereklidir. Aksi halde her fikrin fanatiğini bulup altını oymamız ve içini boşaltmamız kaçınılmazdır. Bu şartlar altında da bir yere varamayız.
Kadının tarihini kapsamlı bir şekilde ele almak isteyen bir insanın karşılaştığı ilk sorun, kadınların ve ailenin tarihsel geçmişi ile ilgili ayrıntılı bilginin bulunmamasıdır. Bu da kadınların kendileri hakkında yayılan mitlere boyun eğmelerine ve bu konuda cahil kalmalarına yardım etmektedir. Kadınlar üzerlerinde baskı hissetmekte ama nereden ve nasıl geldiğini bilmemektedirler. Oysaki bilmek değiştirme şansıdır. -İnsan canlısı geçirdiği evrimle beraber bilinç kazanmiş ve hayvan dünyasından "kendini bildiği/farkında olduğu" için ayrılabilmiştir.- Aynı şekilde kadınların geçmişini bilmeden geleceğini düzeltmek de mümkün olmayacaktır.
Toplumumuzdaki en gözde masallardan biri, kadının doğal yapısı itibariyle aşağı cins olduğu ve bunun da çocuk doğurma işlevinden ileri geldiğidir. Bu masala göre, kadın çocuğuna bakması gerektiği için eve kapanmıştır; bu nedenle kadının yeri evidir. Böylece bir "ev kuşu" olarak kadın tabii ki, toplumsal anlamda bir "hiç", "ikinci cins" olurken, iktisadi, siyasi ve entellektüel yaşamın başını çeken erkek cinsi tabii ki üstün cins olacaktır. Peki o halde nasıl oluyor da insanlığın ilk dönemlerinde kadının doğurganlığı onu önder ve kutsal biri yapıyorken günümüzde ayak bağı olarak görülüp geri kalmasının müsebbibi olarak gösteriliyor? Demek ki iddia edildiği gibi kadının doguruyor olması onun ikinci konumu için yapay bir sebeptir.
Erkeklerin tüm vakitlerini avcılığa ve savaşçılığa ayırdıkları dönemde, toplumsal ilerlemenin temelindeki başlıca alet, ustalık ve tekniklerin birçoğunu kadınlar geliştirmiştir. Yiyecek toplamaktan, önce basit bahçeciliğe, sonra da tarıma geçtiler. Çömlekçilik, dericilik, dokuma, ev yapımı vb. dahil yaptıkları çeşitli zanaatlardan botanik, kimya, tıp ve diğer bilimsel bilgi dallarının temellerini geliştirdiler. Böylece kadınlar yalnızca ilk çiftçiler ve sanayi işçileri olmakla kalmayıp aynı zamanda yaptıkları işlerin çeşitliliği sayesinde kafalarını ve zekalarını geliştirerek becerilerini ve kültür birikimlerini yeni üretici kuşaklara aktaran temel eğitimciler haline geldiler. Yine burada araya girerek denilebilir ki -kadının modern toplumda zekasının erkekten aşağı olduğu iddiası da biyolojik yapısından değil kültürün ürünü olmasından kaynaklıdır.-
Fiziksel üstünlük konusu da kadının ikincil konumu için sebep olarak sunulmuştur ancak bunun da günümüzden geçmişe bakılarak yorumladığını görüyor ve bir hata yapıldığını fark edebiliyoruz. Savaşmak ve avlanmak erkek işidir ve kas gücünü gelistirir evet; ancak bu esnada ilkel kadının mağarada çocuklarıyla oturup çaresizce yemek beklediğini tahayyül etmek doğal sistemde mantıksızdır. Erkeğin avlanması her zaman garanti değildir, bu yüzden topluluk var olmaya devam edebilmek için kadının toplayıcılığına, üretimine ve düzenlemesine muhtaçtır. Zaten doğada kendi kendilerine bakacak hale gelene dek çocukları besleyen ve onlara bakan annedir. Sonra bu "ana ailesi" de parçalanır ve herkes kendi yoluna gider. Kendisine ve yavrularına bakacak kapasitede olan dişilerin zayıf tür olduğunu düşünmek akıl dışıdır ve ögretilmiştir. Ailenin "babaya" muhtaç olduğu dönem, insan tarihinde çok yeni, birkaç bin yıllıktır.
İlkel kadınların sağladığı üstünlük silah gücüyle elde edilmiş bir üstünlük değildi. Çünkü silahlı olan cins erkek cinsiydi. Kadınlar, ilkel toplumda yarattıkları şeylerin kadınlara olduğu kadar erkeklere de yani bütün topluluğa yararlı olması nedeniyle en çok saygı gören cinsti. Bu, şimdi de böyledir. Topluma katkı ne kadar çoksa saygı da o kadar çoktur.
Günümüzde yapılan tartışmalarda kadının cinselliği üzerine atıp tutmak yaygın bir davranış şeklidir. Toplum, kadını kadından iyi tanıyan erkeklerden geçilmezdir. Kadınlar da kültürün dayattığını sorgulayacak şekilde yetişmediklerinden tabiri caizse zokayı yutmaları kolaydır. Ancak sadece cinsellik değil kadının zekası bile baskı altındadır. Bazı konulara kafasının pek basmayacağı ve bunun doğal/biyolojik olduğu yanılgısı, sözde-bilimsel verilerle desteklenerek sunulur. Tam bir "kuşun kanadını kesip uçmasını bekleme" durumudur. Kadını yetersiz hissettiren toplum sonra da yetersizliginden şikayet eder. "Erkeklerin kadınlar üstüne yazdıklarına kuşkuyla bakılmalıdır, çünkü onlar hem yargıç hem davacıdırlar."
Konu "kadın" ise, toplumsal cinsiyetin dayattığını sorgulayan erkekler için bir sindirme politikası güdülür: "düşüyor mu böyle, gay misin, top musun..." yok eğer kadın haklarını soruşturan bir kadınsa o zaman da "feminist" olduğu için objektif düşünemiyordur. Görüldüğü gibi iki cinsiyet de elendi. Peki kadınlarla ilgili kim konuşacak ve biz işin doğrusunu nereden öğreneceğiz? Bizleri ciddiye almayan erkekler belki Simon de Beauvoir'u ciddiye alırlar. Diyor ki "Soyut tartışmalar sırasında , birtakım erkeklerin: "Kadın olduğunuz için öyle düşünüyorsunuz" demesi zaman zaman canımı müthiş sıkmıştır; bu gibi durumlarda , öznelliğimi yok sayarak: "Doğru olduğu için böyle düşünüyorum" demekten başka çıkar yol bulunmadığını biliyordum; "Siz de erkek olduğunuz için öbür türlü düşünüyorsunuz" diyemezdim; çünkü erkek olmak bir gariplik, başkalık değildir."
Erkeği "doğal ortamında" savunurken kadını yarattığı "kültür ortamında" sınırlama hatasını yapan toplum iki cinsiyet arasındaki yapay gerilimlerle ıstırap çekmeye devam ediyor. "Biyolojik yönden gerçek şudur: Kadın ve erkek hiçbir zaman birbirinin kurbanı değildir, yalnızca her ikisi de insanlığın kurbanıdır." Bu bir rekabet, yarışma; kaybetme ya da kazanma; başarı öyküsü değildir. Kendisine dayatılanı sorgulamayanlar gerçeğe ulaşma şanslarını kaybederler ve özgürlüklerini kazanamazlar. Kadın konusu da bu sorgulamaların içinde bir duraktır. Yaşam amacı değildir, üstün cins olma veya ayrıcalık elde etme savaşımı değildir. Doğan Cüceloglu diyor ki "anlamanın olduğu yerde öfke gelişmez". Kadın ve erkek önce kendilerini sonra birbirilerini anlamalı ki öfke son bulsun ve enerjimizi başka konulara yönlendirebilelim. Mars ve Venüs'ün ötesine geçme zamanı geldi: çünkü gerçek şudur ki erkekler Afrika'dandır ve kadınlar da Afrika'dandır.