Gönderi

"Yılmaz Güney ( Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri)" 
“yok,” dedim. “olmaz,” dedim. sinekli park’ın gölgeli karanlığında “olmaz”lar, gölgelerin çengelli uçlarına asıldı, “olur” oldu. soğuk soğuk eller uzandı karanlığa, “kaybettin,” dediler. “bunu da kaybettin.” üçlü karanlık sekizleşti.  “seni kaybetmek istemiyorum,” dedim yavaşça. küçük çıplak ayaklarını havuzun sularına bıraktı. bilinçsiz çemberler türedi. kınalı ellerini birbirine kavuşturdu. “öyleyse iki lira ver,” dedi. gözlerini yumdu. kirpikleri göz boşluklarını gölgelendi. dudaklarını büzüştürdü. uzattı. uzandım. dokunmaya korktum sonra. çekildim. “yok,” dedim. “olmaz. seni böyle düşünmek istemiyorum.” gözlerini açtı. “nasıl istersen, peki. sana, namuslu [censored] pozları mı takınayım yani?” bir hoş oynattı kalçalarını. içimde bir diklenme oldu. “hani beni olduğum gibi seviyordun? sana yine söylüyorum. ben orospuyum.” diklenmem yavaş yavaş eridi. “şu arabada gördüğün kızla oğlan var ya, iki lira verirsen sen de onlar gibi yaparsın.” utandım...  gerçekleri kabullenemiyorum. beni, iki liram için öptüğüne de inanamıyordum bir türlü. inanasım gelmiyordu. onun, annemden, ablamdan fakı yoktu. annem de babamla kırıştırırken aynı şekilde küçülüyordu. yüzleri bir başka değildi onlarınkinden.  kınalı ellerini tuttum. “bak bana,” dedim. baktı. “benden para isteme,” dedim. “para isteyince seni küçültüyorum gözümde.” yüzüme değişik bir anlam verdim, “yanlış anlama.”  kalçasını eski yerine koydu. “daha neler... başka ne yapıyorsun?”  “beni sevmiyorsun diyorum.”  “paran oldukça severim seni. hoş, parlak bir çocuksun. iyisin de ama; senin güzelliğin, iyiliğin benim işimi görmez. ben, sennen, onnan yatmazsam aç kalırım. sen bennen yatmazsan da olur. hizmetçi kız var evde. onu sıkıştırırsın. gördüm geçen gün. kalçaları falan dolgun. baban bulmuştur diye düşündüm. o da olmazsa ellerin var. gençsin. kimse ayıplamaz.”  ineklerine karpuz kabuğu toplayan ihtiyar kadının sepetinden bir kabuk çıkardı. son klan kırmızıları kemirdi. bir tane daha çıkardı. elime sıkıştırdı. alay edercesine güldü. ıslak bir soğukla ürperdim. “verecek misin?” diye mırıldandım. bu arada başka şeyler düşündüm. örneğin kalkıp gitmeyi. kadına sövmeyi. kırıtarak güldü. “iki lira verirsen hemen,” dedi. eliyle boş, eski bir yük arabasını gösterdi.  kendime çok bilmiş bir insan süsü vererek, “böyle yapmasan olmaz mı?” dedim. “ne güzel işin var. çalışıyorsun.”  bir an gözlerimin içine baktı. sonra dudaklarını bükerek konuştu. “ne verirler fabrikada bana biliyor musun? bu parayla geçinilir mi diye düşündün mü hiç? babanın iki günde aldığını ben bir ayda alıyorum. o da ne çabayla. fabrikada oğlanlar ellemedik yerimi bırakmazlar. helaya gidecek olurum, yakalarlar. ille de isterim diye tuttururlar. ben de insanım. benim de canım çok şey ister. ben de ev kadınları gibi giyinmek, süs yapmak isterim. güzel güzel şeyler yemek ister canım. ama yok işte. yokluğun gözü kör olsun. ne yapalım; bir kere fakir doğmuşuz anamızdan. fakir doğmak suçunu işlemişi... bunu yapan allah ne zaman görecek bilmiyorum.” birinci şahıs rolünü oynayan oyuncu arkasına dönüp sümkürdü. o benim işte! “söylediklerim yalan mı, yalansa yalan de.”  “sana bir ev tutsam gelir misin benimle? ne istersen kırım. benimle kal yeter.”  “çocuk... ah... benim aptal yavrum.” bu sözler bir anne gibi söylenmiştir. “şimdi ateşlisin.” şimdi de çok bilmiş gibi konuşuyor. “yaşın üçük diye kerhaneye gidemedin, nasılsa param var dedin. şu karıya bir ev tutar, ateşim sönene kadar koynunda kalırım dedin” birinci şahıs; yani ben; bunları bildiğine hayret ettim. bu anlamı yüzüme vermek için biraz zorluk çektim. “sonra kıçıma tekmeyi atar gidersin.”  “böyle söyleme.”  çocukça bir üzüntü kapladı yüzümü.  “ne söyleyeyim ya? tırnaklarını ışığa tuttu. “peki sennen geliyom mu deyim? ben sizden değilim.” dudaklarımın yanlarında çizgiler belirdi. “sizin toplumunuzun insanları ayarında değilim. bunu sen de biliyorsun. bak, herkes bir tutulsaydı, söyledikleri olurdu. ben de seve seve yapardım. kimse de beni kınamazdı. ama şimdi herkes seni ayıplar. en başta baban. duyduğu gün paranı keser.”  kalktı. bakışlarımız çakıştı. yüzünü buruşturdu. “iyi çocuksun,” dedi. “insanlar hep senin gibi olmazlar. herkes, bu ayrıntıları kaldıramaz ki ortadan. kaldırsalardı, cennet olurdu buraları. cennet.”  “dur nereye gidiyorsun?”  parmağını karanlıkta bir sarıya uzattı.  “bak şu sarı oğlana,” dedi. “beni çağırıyor.”  ben de ayağa kalktım. oturmaktan yorulmuştum zaten. “ona mı gidiyorsun? o basit bir işçi...”  iğrenerek baktı. iyice iğrenememişti. yüzü daha bir buruştu. yapmacıklı bir sinirle, “siz böylesiniz işte,” dedi. “en iyiniz bile böyle. kendi çıkarlarınız için neler yapmazsınız. işçiymiş. basit bir işçiymiş!” seyircilerin durumunu da görmek istiyordu. “ben de işçiyim. beni basit görmezsin değil mi? işine yararım. keyfini getiririm; doğru değil mi söylediklerim?” söyledikleri doğruydu. birinci şahıs doğru demiyordu. “ah domuzlar sizi. domuzlar. bir gün hepinizin topunu attıracaklar ya; dur bakalım ne zaman!”(*)  boş bir arabaya yöneldiler. sarı oğlan kadının beline doladı kollarını. ben kendimden utandım. insanlar ayrıntısız olmalıymış. bunu oospu dediğim kadın söyledi. insanların hep bir olması gerekliymiş. - birinci şahıs rolünü oynayan adam; rolünün çok zor olduğunu düşündü. “zengin bir çocuk rolü oynamak ne zor,” dedi. 
·
13 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.