Gönderi

Yalnızlığın Yarattığı Insan Sait Faik
youtu.be/VAuwYC_XCM0 Pardösüsünün kürklü yakasını kaldırınca üşüdü mü diye baktım. Aslında soluk esmer yüzü balmumu gibi sararmıştı.  - Üşüdün, dedim.  Kaşını kaldırdı. Yanağındaki çıban yerinde kan yoktu. Durdum. Yüzünü avuçlarıma alıp oğaladım. - Neden böyle oldun, dedim.  Güldü. Karanlığa doğru tükürdü. Başını iki tarafa şiddetle salladı.  - Olurum bazı bazı böyle, dedi.  - Bir yere girelim, dedim.  - Girelim, dedi. Girelim ama içmeyelim artık.  - İçelim, dedim.  - Öleceksin be, dedi.  - Öleceğim dedim.  Elimizdeki bardaklara baktık. Yüzü ne durgun, sessiz, esmerdi. Yine soluktu ama canlıydı.  - Senin suratın bitkin, dedi.  - Bitkin dedim.  Fıstık yedi, bira içti. Fıstık yedim, bira içtim. Kulağıma bir şeyler öttü. Bayılacak gibi oldum. Dikkatle bana bakıyordu.  - Çok ihtiyarladın sen, dedi.  - İhtiyarladım, dedim.  Saçlarıma baktı. Gözlerime baktı. Güldü.  - Boşver, dedim. Yahu, bakma!  Isınmış olacak yakası kürklü pardesüsünü çıkardı.  Pardesüsünün yakası kürklü, pardesüsünün yakası kürklü dedim içimden. İçimden biri: 'E ne olacak yani?' dedi. Ne olacak, ben de yaptıracağım bir tane böyle.  - Seni bir daha göremeyecek miyim? Dedim.  Kızdı.  - O benim bileceğim şey, dedi.  İki gün sonra yirmi kişiye: "O benim bileceğim şey" ne mânaya gelir diye sordum. Hiçbiri doğru dürüst bir mâna veremedi.  Daha iki gün geçmemişti. Biz hâla birahanede idik. Etrafımı görmüyordum. Onu da görmüyordum. Havayı görür müyüz? Dalmıştım.  - Hadi kalk, gidelim, dedi.  - Nereye? Dedim.  - Maça, dedi.  - Maça mı? Dedim. Bu vakit maç olur mu?  - Avrupa'da gece maçları olur ya, dedi.  - Burada olmuyor ki, demedim. Kalktık. Yokuşu indik. Bir yerde durduk. O soyundu. Aşağıda merdiven başında yarı aydınlıkta oynayan futbolculara karıştı. Sesler duydum. Düdükler duydum. Küfürler duydum. Etrafıma baktım. Binlerce insan vardı.  Bir aralık yanıma geldi.  - Sen oynuyor musun? Dedim.  - Kör müsün? Dedi.  - E ben ne yapıyorum.  - Sen de oynuyorsun, dedi.  - Ben de mi oynuyorum. Ben ne oynuyorum?  - Güldü. Dişlerini gördüm. Bir tanesi kenarından kırıktı.  - Sen, dedi, seyirci oynuyorsun.  - Ha, sâhi! Dedim.  Ben seyirci oynuyordum. Başladım tepinmeğe. El çırpmaya. Üşüyordum. Paltomun yakasını kaldırdım. Onunki gibi koyun kürkü koyduracağım ben de. Yanaklarımda bir kürk serinliği duydum.  Artık hareket etmedim. Seyirciler kayboldu. Futbolcular kayboldu. Neden sonra yanıma geldi.  - Maç bitti, dedi.  - İyi ya, dedim. Kim kazandı?  - Ötekelir! Dedi.  - İşte bu olmadı. Dedim.  - Sen kim kazansın istiyorsun? Dedi.  - Bizimkiler, dedim.  - Bizimkiler kim  - Siz.  - Biz mi? Dedi. Bizim kazanmamızı mi istiyordun?  - Öyle ya, tabii, dedim.  - Neden? Dedi.  - Öbür tarafta tanıdığım kimse yoktu ki?  - Bizim tarafta var mıydı?  - Sen vardın ya; dedim.  - Budala dedi, ben de yoktum.  - Ben seni gördüm, dedim.  - Ne oynuyordum?  - Bek!  - Sâhi görmüşsün, dedi.  - Birisi seni düşürdü, dedim.  - Düşürdü, dedi.  - Topallıyorsun, dedim.  - Topallıyorum, dedi, sana ne?  - Hiç , bana hiç, dedim.  İçim burkuldu.  Birdenbire kaybettim onu. Seslendim:  - Panco, Panco!  Hiçbir cevap alamadım.  Birisi karanlıkta adımı çağırdı.  - İshak, İshak, dedi.  Cevap vermedim. Ses, onun sesi değildi. Ama sonra belki arkadaşımdın bir haber alırım diye:  - Ne var yahu? Dedim.  - İshak, İshak, dedi yine ses.  - Ne var yahu, ne var? Burdayım!  - Yanıma yaklaşan ayak seslerini tanıdım! Dedi. Yanında üç tane genç vardı. Biri kısa boylu, Ermeni suratlı idi. Ötekisi bir balıkçı ceketi giymişti. Mânasız bir yüzü vardı. Üçüncüsü upuzun biri idi. Aralarında kelimelerini binlerce kere duyduğum, mânalarını bilmediğim bir dil konuşuyorlar, anlamıyordum.  Onlar önde, ben arkada bir yokuş çıktık. Caddeye vardık. Cadde asfalttı. Işık içinde idi. Yerler ıslaktı. Yağmur kesilmişti.  - Yağmur yağmış, dedim kendi kendime.  Onları kaybetmiştim. Bir sinemanın gişesinde buldum. O kapıda bekliyordu. Bir tanesi bilet alıyordu. Uzun boylu bir balıkçı ceketli pis pis gülüyorlardı. O esmer, sakin, durgundu. Bana bakmadan benimle ilgili gibi idi.  Kendimi göstermemeğe çalıştım. Ben de bir bilet aldım. Onlar ön tarafta bir yere yerleşmişlerdi. Ben de kenarda ayakta durdum.  Onun karanlıkta sağa sola kıpırdandığını görüyordum. Önündeki adamla beraber o da sağa sola dönüyordu. Bir ara iyice yerine yerleşti. Elini yanağına dayadı. Seyre daldı. Sonra yine doğruldu. Başladı tırnaklarını yemeğe. Kalabalığın içinde pardesülü, kırk yaşlarında bir adam:  - Yeme tırnağını, diye bağırdı.  Gülümsedi. Işıklar yanmıştı. Üç arkadaşı kaybolmuştu. Önündeki tırnaklarını yeme diyen adam yanına geldi. Oturdu.  Bir şeyler konuştular, duymadım. Yakası kürklü eski arkadaşım pardesüsünün kolundan bir kaşkol çıkararak boynuna sardı. Ben siyah saçlarını görüyordum. Dönüp baktı. Beni tanımadı. Taşa, duvara bakmış gibi idi.  - Benim, yahu, benim, ben, arkadaşın, ben İshak demek için ağzımı açtım.  Sinemanın ağır havası ciğerime su gibi doldu. Sustum. Kalktılar. Işıklı çarşılardan geçtiler. Ben arkalarından mahzun baktım. Yapayalnız kalmış gibi idim. Onunla konuşaraktan bir lokantaya girdim. Lokantanın sahibi bir kadındı. Yanağında beni vardı. Halâ çocukluğunun genç kızı gibi idi. Gülümseyerek selâm verdi. Yirmi sene evveline gidiverdim. 
·
14 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.