Gönderi

Gece yarısından çok sonra odasından çıktı, küçük bir soruna takıldığı için yardım isteyen öğrencinin alçakgönüllü utangaçlığıyla beni içeri çağırdı, masasının başına. Hiç çekinmeden, "Yardım et," dedi bana. "Beraber onları düşünelim, tek başıma ilerliyemiyorum." Bir an, bunun kadınlarla ilgili bir şey olduğunu düşünerek sustum. Boş boş baktığımı görünce, "aptallar üzerine düşünüyorum," dedi ciddiyetle. "Niye o kadar aptallar?" Sonra, benim cevabımı biliyormuş gibi ekledi: "Peki, aptal değiller, ama kafalarında bir şey eksik." "Onların," kim olduğunu sormadım. "O bilgiyi kafalarının içinde tutabilecekleri bir yer yok mu?" dedi, sanki bir kelime arıyordu, çevresine bakındı. "Kafalarının içinde bir kutu, kutular, şu dolabın gözleri gibi, karışık şeyleri içine yerleştirebilecekleri bir köşe olması gerekir, ama sanki yok öyle bir şey. Anlıyor musun?” Bir şeyler anladığıma kendimi inandırmak istiyordum, ama pek başaramıyordum bunu. Uzun bir süre karşılıklı sustuk. "İnsanın niye öyle, ya da böyle olduğunu kim bilebilir ki zaten?" dedi sonunda. "Ah, keşke gerçek bir hekim olsaydın da bana öğretseydin," dedi sonra, "gövdelerimizi, gövdelerimiz ve kafalarımızın içini." Sanki biraz utandı. Beni korkutmak istemediği için takındığını sandığım sağlıklı bir tavırla açıkladı: Teslim olacak değilmiş, sonuna kadar gidecekmiş, hem sonunda ne olacak diye merak ettiği için, hem de yapılacak başka bir şey olmadığı için. Anlamıyordum, ama bütün bunları benden öğrendiğini düşünmek hoşuma gidiyordu.
·
5 görüntüleme
ilknur