Gönderi

Bu izahât anlaşıldıktan sonra metnin şerhi böyle olur: Peygamberler zikr olunan ilmi her ne vakit görseler, ancak hâtem-i evliyâ mişkâtından görürler. Ve mişkât-ı hâtem-i evliyâ, velâyet-i hâssa-i muhammediyyedir ve makâm-ı mahmûddur; ve o ilmi oradan cihet-i velâyetleriyle alırlar, cihet-i nübüvvetleriyle almazlar. Ve hattâ her bir peygamber nübüvvetini ve şeriatının ahkâmını bile velâyetiyle alır. Zîrâ peygamberin iki ciheti vardır: Birisi halka nisbeten onun kemâlidir ki, bu da havâdis-i ekvâna müteallık olan ahkâmın tebliğidir; ve o, bu tebliğ i'tibâriyle resül ve şâri'dir; ve onun nübüvveti dahi teşrîiyyedir. Diğeri onun Hakk'a nisbetle olan kemâlidir ki, bu da gaybdan ihbâr ve Hakk'ın zâtını ve sıfâtını ve esmâsını ta'rîfdir. Ve bu ihbâr i'tibâriyle velîdir; ve nübüvveti dahi tahkikıyyedir. Ve risâlet-i teşrî', nübüvvet-i teşri’ halka taalluk ettiği ve halkta fenâ bulduğu için munkatı'dır. Fakat onun makâm-ı velâyeti Hakk'a taalluk ettiği ve Hak‘ta bâki bulunduğu için ebeden munkatı' değildir. Ve her bir peygamber velî olduğundan, bu ilmi ebedî düçâr-ı inkıtâ' olmayan velâyetleriyle, cemî'-i Velâyeti muhit ve câmi' olan mişkât-i hâtem-i velâyetden alırlar. Binâenaleyh onların mâdünunda olan ve bir peygamberin şerîatına tâbi' bulunan evliyânın Hakk'a taalluk eden ulümu o mişkâtdan almaları evlâ bi't-tariktir. Ve hâtem-i evliyânın, hâtem-i rusül tarafından getirilen şeriata tâbi' olması makamın ulviyyetine kadh ve noksan vermez. Ve biz bâtınları hasebiyle evliyâ olan enbiyâ ve rusûlün ilimlerini onun mişkâtından aldıklarına zâhib olmuş idik. Bu hâl bizim şu zehâbımıza da münâkız olmaz. Zîrâ hâtem-i evliyâ, hâtem-i enbiyânın bâtınıyla müteayyin olan zât-ı saâdet-simâttır ki, zâhirde hâtem-i enbiyânın getirdiği şeriata tâbi'dir. Ve kendisi bir kânun ve şeriat sâhibi değildir. Bu zât-ı şerifin cismi ve sûreti her ne kadar Muhammed (sav.) Efendimizin gayrı ise de, bâtını aynıyle Muhammed Mustafâ (sav.) dir. Ve âlem-i şehâdette cismen m'üteayyin olan hâtemü'l-enbiyâ Muhammed (aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Efendimiz dahi getirdiği kavânîn ve ahkâm-ı şer'iyyeyi kendi bâtınları olan hâtem-i velâyetten ahz buyururlar idi. Ta'bir-i diğerle söyleyelim: Ezmine-i muhtelifede hâtem-i evliyânın cismi ve süreti değişir. Fakat ma'nâ yine o ma'nâdır; onda aslâ tebeddül yoktur. Binâenaleyh hâtem-i evliya hangi bir zamanda, her hangi bir sûret üzerine olursa olsun, hâtem-i enbiyânın şerîatına tâbi' olmakla beraber; bi'l-cümle evliyânın ulûmda me'haz-i feyzidir. Nitekim Hz. Mevlana Celâleddin (r.a.) efendimiz nefs-i nefîslerinden ihbâren buyururlar: Beyt بکشاد و خزینه همه خلعت پوشید مصطفی باز بیامد همه ایمان دارد Tercüme: "Açtılar kenz-i füyûzu olunuz hil'at-pûş Mustafâ geldi yine cümleniz îmân ediniz."
Sayfa 214 - Fass-ı Şit (18 Numaralı Metin Şerhi)
·
19 görüntüleme
Necib Asım okurunun profil resmi
tıpkı meyve gibi ki batınından beslenir, ve zahiri fena oldukda batını fena olmaz. Bilakis filizlenir, me'haz olmaya devam eder.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.