Çoğu Stefan Zweig kitabı gibi
“...kısa ve sarsıcı...”
Diğer biyografik kitapları gibi bu da çok güzel biyografik bir hikâyeydi... Belki de efsane...
İçerisinde iki adet öykü var. İkinci öyküden bahsetmek istemiyorum zira “Mürebbiye” kitabındaki ikinci öykü olan “yaz novellası” öyküsünün aynısı ve daha önce okumuştum.(İş Bankası yayınlarındaki çeviri çok ama çok daha güzel) Şu Zweig kitaplarında uğradığım yayınevi azizliğine başka kitaplarda uğramadım...Bir de Dostoyevski kitaplarında her kitaba bir “beyaz geceler, yufka yürekli”yi sıkıştırıp durmaları da baydı. Bu olay Zweig’in kitaplarında kat ve kat daha fazla. Yayınevleri de içerikten ziyade kapak tasarım yarışına girmişler resmen...Neyse.
İlk hikâye o kadar güzel ki yine içime dokundu Zweig... Hikayede krallık için çalışan, kralın dostu olan Virata adındaki bir adamın inzivaya çekilmesi, günahsız yaşamak için her şeyi yapmaya ve her şeyden vazgeçmeye çalışan kendini arayan, kendi içsel dünyasında arınma yaşayan bir adamın efsane öyküsü...
Bu içselleşme Viratanın abisini yanlışlıkla öldürmesinden sonra başlıyor. Her günahında o kara gözleri görüyor. Biz buna vicdan diyoruz... Ve bu hikayeyi okuduktan sonra ne kadar günahkar olduğunuzu sorulayacaksınız...
Kitabın özü, özeti...
“... her kim hüküm veriyorsa, diğerlerini tutsak eder ama en büyük tutsak kendi ruhudur. Eğer bir kimse günahsız yaşamak istiyorsa, ne bir evde ne de başkasının kaderinde payı olmalıdır, başkasının hizmetinden faydalanmamalı, başkasının teriyle geçinmemeli; bir kadının şehvetine , doyumun uyuşukluğuna bağımlı olmamalıdır.Ancak tek başına yaşayanlar Tanrı için yaşar; yalnızca eylemde bulunanlar onu duyumsarlar.Yoksullar daima onu en derinden hissederler. Ama ben görünmez olana , toprağıma olduğumdan daha yakın olmak isterim, günahsız yaşamak isterim...”