vazgeçemem mahşerinde!
birinci boylamdan taa en uzağa,
her miliminde enlem aralarının,
silkinip uyacak da arınmış pişman,
ve çiyan ve güvercin
ta kimsede tek sızı kalmayıncaya,
değse de ellerimiz o yitik düşe,
vazgeçemem mahşerinde
kar-beyaz oyumdan asla,
kıyamet sabahı et-cana...
bu nedensiz düzen körlere sungu,
beyin dokularında yosunlar
lağımlık, yeşil.
en gücü, en koyanı,
bilmezlikten gelir ya da bilmezler
saçları, tırnakları bir örnek uzar,
düşlerine gül sakları eğilir.
ya ben, "ol" dediğin altıncı gündem,
bu mısra, hele yar, bu ası tutku,
çatlatıp kaburgamı, boyverinceye
yetmiş bin yıl karasız sular üstünde
-ve üç kez daha yetmiş bin-
suuuu, suuu diye dişlerimi tükürdüm.
sundun,
haram, it kanı...
hayır, yetti cömertliğin,
dokunsam dellenirem,
kusarım, aklıma düşende,
üstelik 'bilmek' gibi korkunç bir ayıptayım
kan'ı,
ilk çıldıranı...
ne sur'un sancılanmış ejder hum-hum'u
ne hışmı çağrıcıların,
bir cehennem kapılarını tutmuş dört-başlı'ların.
bir tüyümü bile kıpırdatmayacak
örneğin şuncağızı,
yarin dil urmağa doyamadığı
şu omuzbaşımda biteni,
kıyamet sabahı et-cana.
kör zindan, başın dönmesin,
ne kork, ne şaşır.
erdemlerin, boksuyu avuntuların,
bütün kavramların yittiği sıra,
ilk, beethoven doğrulacak ağrısız, güleç.
ilk, stradivarius usta gerecek yayı.
ve kızımın, yasaksız ayva tadında
kansız, gözyaşsız, kirsiz,
ölünmez yaratacağım dünyayı...
AHMED ARİF