Gönderi

Tercüme: "Hak Teâlâ hazretlerinin atâsı ve kudreti, kâbiliyyete mevkuf olan halâikın atâsı ve kudreti gibi, kâbiliyyete mevkuf değildir. Zîrâ atâ-yı Hak kadîm ve kâbiliyyet ise hâdisdir. Atâ, Hakk'ın sıfatı ve kâbiliyyet ise, mahlûkun sıfatıdır; ve kadîm, hâdise mevkûf olmaz." Şerh: Bu fass-ı münîfin ibtidâsında îzâh olunduğu üzere atâyâ, biri zâtî, diğeri esmâî olmak üzere iki kısımdır: Atâyâ-yı zâtiyye, zât-ı ahadiyyette mahfi ve müstehlek olup, zuhür talebinde bulunan sıfât ve esmâya, Hakk'ın kendi zâtında, kendi zâtıyla, kendi zâtına tecellîsi süretiyle, ilm-i ilâhîsinde vücüd bahş etmesidir ki, buna "feyz-i akdes" derler. Ve bu atâ, Hakk'ın iktizâ-i zâtîsi olduğundan mertebe-i ilimde peydâ olan ve suver-i esmâdan ibaret bulunan a'yân-ı sâbite için kâbiliyyet şart değildir. Zîrâ a'yân-ı sâbite Hakk'ın niseb ve şuünâtının süretleridir; ve Hakk'ın şuünâtı ise, kendi vücudunun aynıdır; ve Hakk'ın vücuduyla berâber kadimdir. Binâenaleyh Hakk'ın atâ-yı zâtîsi kadîm olur. Fakat vücud-ı mutlak-ı Hakk'ın "mertebe-i ilim"den "mertebe-i ayn"a tenezzülü ve mezâhir-i kevniyye süretlerinde takayyüdü, a'yân-ı sâbite hasebiyle olduğundan ve âlem-i kevnde her bir mazhara vârid olan atâyâ kendi ism-i hâssının isti'dâdına göre bulunduğundan, bu atâyâ-yı esmâiyyede kâbiliyyet şarttır. Ve âlem-i kevnde vâki' olan / bu tecelliyât-ı esmâiyyeye "feyz-i mukaddes" derler. *** Tercüme: "Hicâbları kökünden ve dibinden koparmak için, sebebî delici bir göz lâzımdır. Tâ ki lâ-mekânda müsebbibi görsün; ve cehdi ve sebebleri ve dükkânı boş ve beyhüde olarak müşâhede etsin. Her hayır ve şer müsebbibden gelir. Ey peder, esbâb ve vesâit, gaflet devri bir zaman kalmak için, şâh-râhda mün'akid olmuş bir hayalden başka bir şey değildir." Şerh: Ya'nî bi-hasebi'l-esmâ vücüd-ı mutlak-ı Hakk'ın takayyüdünden ibâret bulunan bu mezâhirin ve bu esbâbın vücüd-i izâfîlerini delip de, mekân ile muttasıf bulunan âlem-i cismâniyyet hâricinde, lâ-mekânda müsebbibin vücüd-ı vâhid-i hakîkîsini görecek; ve binâenaleyh mesâîyi ve sebebleri ve dükkânı, ya'nî üzerinde âdet cârî olan cismâniyyeti, fânî müşâhede edecek bir göz lâzımdır. Bir sebeb-i zâhirî tahtında gelen her bir hayır ve şer, esmâsı hasebiyle müsebbibden gelir. Eğer sen "Müsebbib niçin esbâb perdesi arkasına gizlenmiştir; keşke zâhir olaydı da herkes hakîkat-i hâli bile idi" diyecek olursan, onun cevâbı budur ki, bu esbâb ve vesâit âhıretin caddesi olan bu hazret-i şehâdette, bir hayli zaman gaflet devri devâm etsin diye mün'akid olmuş bir hayâlden başka bir şey değildir. Ve bu hayâlât körler ile gözlüleri tefrik için li-hikmetin vaz' olunmuş bir âlet-i tecrübe ve kalb ile nakd-ı ceyyidi temyîz için mevzû' bir mihektir. Bu âlemde göz vardır ki, esbâbı müsebbibin gayrı. görmez ve sebebde müsebbibi müşâhede eder; ve göz vardır ki, körün değneğine i'timâd etdiği gibi, esbâbdan gayrı bir şeyi görmez.
Şit Fassı, Şerh-i Sürhi Mesnevi,
·
7 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.