Gönderi

Nâzan Bekiroğlu hanımefendi'den bir güzel yazı :)) Puşkin "Meğer bir hayâle âşık olmuşum" der. Nedim vasfettiği dilberin bu şehrin içinde bulunmadığından şikâyet eder. Sanat gibi hayatı da dolduran bütün o kahramanların âşık oldukları sûretten hareketler kendi içlerinde yaptıkları bir hayâl midir sâdece? Yoksa sûretten hareketle aslı hatırlayarak elde ettikleri gerçek mi? Sûret olmadan mânâya gidilemeyeceği doğru değil mi? Eflâtun'un idealarına göre, bu dünyâdaki sedir bir sûrettir. Asla göre sûret olduğu için de değersizdir. Fakat aldanmamalı. Bu dünyâda görünen her şey asıl dünyânın görüntüsünden yâni ki sûretinden ibârettir. Bir asılın bütün ayrıntılarından ibâret bir görüntü. Asıldan evvel sûreti görmenin önemi burada. Bu bakımdan değerlidir. Sûret bir hatırlatmadır nihâyetinde. Sûret karşısında duyduğumuz tanışıklık duygusunun bizi zorlaması bu hatırlama ile ilgili. Ortada bir hâtırânın varlığı muhakkak. Hatırlayan varsa bir hatırlanan da olmalı. Bin yıldan bu yana süre gelen bir tanışıklık duygusu. Budala'da Nastasya Filipovna'nın resmini gören Prens Mişkin, onu daha önce tanımış olduğu duygusuna kapılır. "Bugün resminizi gördüm ve tanıdık bir yüze rastladığımı sandım." Tüm zamanların en iyi şâirlerinden biri olarak kabul edilen Emily Dickinson o vakte kadar üç kez gördüğü, kırk yaşında ve evli bir adamın aşkıyla yirmialtı yaşındayken inzivâya çekilir. Aşk, gerçekleşmese de olur, gördüğü ve hatırladığı ona yetmiştir. Rüyâ da bir sûrettir aslında. Rüyâda aşk, sûrete aşk muamelesi görür eski anlatılarda. Rüyâda görüp de âşık olduğu sûret sâhibinin peşine düşen kahraman binbir mâcerâdan sonra asıla ve sükûnete kavuşur: bu karşılaşmada bir hayâl kırıklığı yoktur. ... Sûret İlâhî Aşk'a götüren bir vâsıtadır aynı zamanda. Leylî vü Mecnûn Mesnevî'sinin yaygın yorumuna göre Mecnûn, Leylâ'nın sûretini aşıp Mevlâ'ya varır. Absal'ın ölümünden sonra onun sûretiyle oyalanan Salaman, sonunda İlâhî Güzelliğe, "asıl" Aşk'a ulaşmayı başarır. Netîcede sûret, beşerî ya da İlâhî Aşk'ta olsun, bir hatırlatmadır. Bunun için halk masallarında kahraman kırk odayı açar. Bunları açmasına izin vardır da, kırkbirinci odayı açmasına izin yoktur nedense. Ama o kırkbirinci odayı da açar. Orada bir sûret vardır. Onu görür ve bayılır. Çünkü hatırlamıştır. Ezelde tanışmış ruhlara asılı hatırlatmak için küçük bir işârettir sûret. Ancak gerçek karşılaşma anlarında yaşanabilecek aydınlanmanın küçük bir hazırlığı. Böyle bir tanışıklık için bütün evrenin elbirliği ettiğine inanmak da âşığın âdetindendir. Çünkü o kendisini, karşı koyamadığı büyük bir icâbetin içinde bulmuştur. Böylesi bir icâbetin evvelinde aynı azâmette bir çağrı olması da îcâb eder. Böyle bir çağrıya icâbet etmemek olmaz. Böyle inanır âşık. Büyük bir katta onaylanmış bir hâdisenin öznesi olmak duygusu bu masum suç ortaklığında yükü kendi üzerinden atmasına da yarar. Bütün bunların anlamı ne? Bütün bunların anlamı, bana bir kere görün yeter, gerisini ben tamamlarım kendi içimde. Çünkü ben hatırladım, biz bir candık ezelde. Her âşıka göre aşk, Galib’e muhabbet hissesi olarak, düşe düşe parçalanmış bir yüreğin düştüğü can meclisinden bir hatıradır. Süre giden bir tanışıklık sürecinde sevmek başlangıçtan beri vardır. Fark etme anı, sevmenin başlangıcı değil, var olan fakat bilinmeyen sevginin fark edilişinden ibarettir. Seviyordum ama sevdiğimi bilmiyordum. İşte şimdi fark ettim. Seninle karşılaşmamız bir dostluktan fazlası içindi. Tanışmamız kaçınılmazdı, çünkü araya muhabbet ezelden girmişti. Nâzan Bekiroğlu
··
8 views
Pol Gara  Yeşim Firûzan okurunun profil resmi
Bütün bunların anlamı ne? Bütün bunların anlamı, bana bir kere görün yeter, gerisini ben tamamlarım kendi içimde. Çünkü ben hatırladım, biz bir candık ezelde. Her âşıka göre aşk, Galib’e muhabbet hissesi olarak, düşe düşe parçalanmış bir yüreğin düştüğü can meclisinden bir hatıradır. Süre giden bir tanışıklık sürecinde sevmek başlangıçtan beri vardır. Fark etme anı, sevmenin başlangıcı değil, var olan fakat bilinmeyen sevginin fark edilişinden ibarettir. Seviyordum ama sevdiğimi bilmiyordum. İşte şimdi fark ettim. Seninle karşılaşmamız bir dostluktan fazlası içindi. Tanışmamız kaçınılmazdı, çünkü araya muhabbet ezelden girmişti. Nâzan Bekiroğlu ... Benden sonra bir daha turnaları bırakma... ... Seni sevip, çekildim. Dedim; - Dünyâ bu kadar!.. ... Süleyman Çobanoğlu
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.