Gönderi

211 syf.
7/10 puan verdi
·
Read in 6 days
Kuş Ölür Sen Uçuşu Hatırla…
“İçimde dışarı çıkmak isteyen bir şey vardı, ben onu yaşamaya çalışıyordum yalnızca. Neden böylesine güçtü bu?” İnsanın en zorlu yolculuğu, kendi içinde, kendini bulmaya dair yaptığı yolculuktur. Çünkü dinlenmeyle geçiştirilecek fiziksel yorgunluğun ötesinde, arayanın gücüne ve soluklanabilmesine göre giderilmesi zor bir manevi tükenme söz konusudur. Ancak sorularınız anlamlı karşılık bulursa o ruhsal çaba, bulmanın mutluluğuyla dinginliğe evrilebilir. Bunun somut karşılığını, ben bir adamın çok yorucu bir işin sonunda muvaffak olmasının tatminiyle söylediği; “işte şimdi uyuyabilirim” rahatlığı olarak görüyorum. Hesse de kitabında bu ısrarlı ve yorucu arayış halini kutsuyor işte. Sürüden ayrılarak, vasatın ötesine geçmek, korkmadan, kendini kandırmadan, ısrar ederek sürekli aramak… Çünkü bu arayış ancak insanı o ideal noktaya getirecek. O ideal noktaysa sürekli gelişen, dinamik bir yapıdadır. Yani aslında insan o noktanın kendisine hiçbir zaman varamaz ama limitine gelebilir ancak. Yıkıma giden dünyada bir kurtuluş olacaksa da bu ancak bu idealin bilincindeki insanlar eliyle olacaktır. Bu da romandaki ifadeyle “yazgıyı göğüslemek” oluyor. Çünkü vasatı yaşayan insanlar, soru sormadıkları için böyle bir derdin sahibi değildir ve mutludurlar da. Ezberleri onları günlük rutinlerinde uyuşturmuştur. Uyuşmuş ve kaybolmuş kimseler size elbette ki yol tarif edemezler. Burada yine şairin sözü geliyor akla: “İnsan için önüne çıkan bütün yollar “yürünebilir” yollar ise, o insan artık kaybolmuştur.” Eğer insan, soru sorma cesaretini gösterdi, aramaya başladı ama ‘anlam’ını bulamadıysa da, Hesse’nin dediği gibi oluyor: ”..orman eski çekiciliğini yitirmiş, çevremdeki dünya tasfiye edilen bir mağazada satışa çıkarılan modası geçmiş malları anımsatıyordu, işte öylesine yavan ve zevksizdi; kitaplar bir kâğıt yığını, müzik ise bir gürültüydü yalnızca.” Zaten arayışı iyice zorlu hale getiren de bu farkına varma ama anlamı bulamama ihtimali. Eser, on yaşındaki bir çocuğun (Sinclair), onlu yaşların sonuna kadar ki ‘olma’ mücadelesini anlatıyor kısaca. Sinclair ne kadar ‘ol’du ? Orası tartışılır. Ama ben zaten kitabı okuduğumda oraya takılmadım çünkü sonundan çok yolculuk benim dikkatimi çekti. Başlığı Füruğ’un o güzel dizesi olarak belirleme nedenim de tamamen budur. Yolcudan çok yola baktım ben, kuş geçiciydi, beni uçuş cezbetti. “Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur” diyerek başlıyor anlatmaya Hesse. Tabii herkes bu yolu kullanmıyor, yolculuk beraberinde rahatsızlık da getirdiği için. Sinclair de on yaşında bu yolculuğa başladığında iyi ve kötü olarak iki dünyanın olduğunu anlıyor tıpkı küçükken bizim de öğrendiğimiz gibi. Maddi ve manevi durumu iyi olunca insan, tabi diğer dünyayı oldukça merak ediyor. Sinclair de o dünyanın içine girerek, o dünyayı yaşamak istiyor. Sinclair’in bu kötü olma hevesinin olduğu bölüm sürekli aklıma
Çavdar Tarlasında Çocuklar
Çavdar Tarlasında Çocuklar
kitabını getirdi. Orada da Holden Caulfield tepkisellikten de olsa böyle bir çabayla uğraşıyordu roman boyu. Tabi Sinclair’in bu hevesi roman boyu sürmüyor, onun durumu, her seferinde daha çetrefilli bir hale gelerek, merakı, farklı sorulara ve ilgiye dönüşüyor. Güzel kısmı; Sinclair cesaret edip ilerledikçe, soruları dallanıyor ve siz de onunla beraber bu soruları kendinize soruyorsunuz. Yani kendinizi rahatsız ediyor, bildiklerinizi gözden geçiriyor, aklınıza gelmediyse yeni soruların sahibi oluyorsunuz. Tam da bu noktada eserin kıymeti ortaya çıkıyor. Eğer ezberinizi kuvvetlendiren kitaplarsa okuduklarınız, onların faydası geçicidir. Tıpkı iki saat sonra sizi acıktıran gıdalar gibi, anlık geçici bir doygunluğa erersiniz. Ama size ezber kuvvetinden çok bildiklerinizi sorgulatıyor, sizi yeni soruların sahibi yapıyorsa, o kitaplar daha kalıcı bir fayda ifade ediyor demektir. Çünkü sizi yeni şeyler öğrenmeye teşvik ederek daha üst bir bilince ermenizi sağlarlar. Hesse, eserinde kurduğu evrende Doğu mistisizminden yararlanarak epey geniş bir perspektif ortaya koymuş. Normal yaşamında da Hindistan’a gidip bir süre orada yaşamış ve Asya’nın ruh dinginliği ile mistisizmi öne alan inanışlarını incelemiş. Yaşamını incelediğimizde, bu eserinin epey otobiyografik bir yan taşıdığını görüyorsunuz (Merak edenler Hesse’nin hayatına dair ayrıntılı bilgiyi
Beyza
Beyza
Hanım’ın #34836856 incelemesinden edinebilirler). Tanıtım bilgisinde eserin bizzat Hesse’nin o dönemdeki korkularını ve sorunlarını yansıttığı belirtiliyor. Yine yukarıda verilen incelemede de belirtildiğine göre Hesse, psikanaliz tedavisi gördüğü zaman bu kitabı kaleme almış. Zaten sürekli sanrılı bir ruh halinin romanda hâkim olması sahte olamayacak kadar etkileyici ve karmaşıktır. Sinclair, bu arayışında tasavvuf anlayışına zaman zaman yaklaşır. Her insanın bir alem olduğu, Yaradan’ın ruhundan insana üfleyişi manalarına yaklaşacak sonuçlar elde ederken, zaman zaman kullandığı metot da tefekküre benzeşmektedir. Örneğin: Yanan bir şömineyi saatlerce izleyerek ondan varlığa ve yaradılışa dair sonuçlar elde etmek gibi. Ama bu arayışın sadece benzeşen yönleri, yoksa Sinclair ve arkadaşlarının varıp buldukları hem tanrı hem şeytan Abraxas’a kadar gidiyor. Önemli olansa Sinclair’in bulduklarından çok, o yolu onunla birlikte gidebilmek bana göre. Son olarak eserin memnun olmadığım taraflarından da bahsetmeliyim. Kurgudaki bazı kısımları zorlama olarak buldum. Sürekli olmayacak olayların ve rastlaşmaların olması (misal; alakasız bir şehirde yürürken “seste tuhaf aşina bir hava sezilerek” kaybettiğine denk gelmek ve sürekli bu tarz aşinalıkların sürmesi) kurgu ne kadar mistik bir yan taşısa da okura bir zaman sonra “hadi canım” dedirtiyor. Bir de kurgunun sonlarda iyice alakasız yerlere gitmesi, fikir güzel olsa da, üst bilinci yakalamış, aymış insan modelinin yanlış tasavvur edildiğini akla getiriyor. Muhtemelen bu da Hesse’nin zor zamanlarında kafa karışıklığı ve dürtülerinin yoğunlaşmasının bir sonucudur diye düşünüyorum. Daha üst düzey bir roman beklemiştim ama geldiğim noktada da iyi kazanımlar elde ettiğimi düşünüyorum. Güzel bir uçuştu. “Uyanık insanları bekleyen tek ama tek bir görev vardı: kendini aramak, kendi içinde bir sağlamlığa kavuşmak, el yordamıyla kendine özgü yolda ilerlemek, yolun nereye çıkacağına aldırmamak. Bu beni derinden sarsmıştı, söz konusu meyvenin yaşantısı buydu benim için.”
Demian
DemianHermann Hesse · Can Yayınları · 20215.2k okunma
··
4,610 views
Beyza okurunun profil resmi
''Eğer insan, soru sorma cesaretini gösterdi, aramaya başladı ama ‘anlam’ını bulamadıysa da, Hesse’nin dediği gibi oluyor: ”..orman eski çekiciliğini yitirmiş, çevremdeki dünya tasfiye edilen bir mağazada satışa çıkarılan modası geçmiş malları anımsatıyordu, işte öylesine yavan ve zevksizdi; kitaplar bir kâğıt yığını, müzik ise bir gürültüydü yalnızca.” Zaten arayışı iyice zorlu hale getiren de bu farkına varma ama anlamı bulamama ihtimali.'' bunu yıldızlamak istiyorum Emin Bey. Çok güzel değinmişsiniz. Farkında olup anlamını bulamamak.. Bunun sebebi temelde sizce nedir ? O yolda olma hali kitapta gerçekten içselleştirilip önümüze sunuluyor. Sinclair'in sorgulaması, kendini bulma yolundaki sancısını, olayların bağlantılı gizemli havasında hissetmek epey etkilemişti beni. Hesse'yi anlatan kitapta da Demian eserine dair : ''Sonunda Sinclair, ruhunda alabildiğine güçlü bir imge olarak yaşayan anne özlemine sırt çevirmesini öğrenerek özgürlük yolunu ele geçirir, kendi sorumluluğuna giden yolu bulur. Söz konusu gelişim süreci düşlerin ve simgelerin aynasında yaşanır ve öykülenir, içteki simge dünyasının bilinç düzeyine çıkarılmasıyla kişiliğin oluşumu sağlanır. '' ''Arayan biriydim, hala da öyleyim, der Hesse ön sözünde, ama aradığım şeyi yıldızlarda ve kitaplarla ele geçirmeye çalışmaktan vazgeçtim artık. İçimdeki kandan çığıl çığıl yükselen öğretilere kulak vermeye başlıyorum. Öyküm kafadan uydurulmuş pek çok öykü gibi hoş değil, tatlı değil, bir ahengi de içermiyor. Saçmalık, karmaşa, cinnet ve düş tadı var bu öykü de, kendilerini yalan dolanla avutmak istemeyen insanların yaşamı gibi.'' diyor Hesse. O arayış her daim ruhundan fışkırıyor, benim daha çok arayışlara sürüklenmeme sebep oluyor Hesse amca :D Sizde de oldu mu ? Memnun olmadığınız kısmını da anladımdı, sonunu bağlama kısmı gerçekten tatmin etmeyebiliyor. Umm çok uzattım kusuruma bakmayın. Çok güzel bir inceleme olmuş. ^_^İncelemelerinizi okumak huzur veriyor insana Emin Bey. Yüreğinize, emeğinize sağlık. Çok teşekkür ederim.
Emin K. okurunun profil resmi
İlk sorudan başlayarak gidelim, yani farkında olup anlamını bulamamanın temel sebebinin bencesi; insan, arayışa çıkabilme cüretini gösterdi, rahatını kaçırmayı göze aldıysa bu büyük bir adımdır ama aynı zamanda yolun başlangıcıdır da. Zorlu bir denizi geçmek için yola çıkmaya benzetebiliriz de bunu. Çıkılan o yolda işte en beteri, yoldan haberdar olma ferasetine sahip olmuş ve yolun ortasına gelmişken, yolun devamını bilemeyip yolun ortasında öylece kalmış olmak. Yani denizin ortasına gelip de ilerleyememek. Arkada bıraktığının yetersizliğini bildiğinden geri de dönememek, ama gidecek yeri-yönü de bulamamak... Benim bu konuda iki yaklaşımım var. Biri mantıksal, neden-sonuca dayalı yaklaşım, diğeri de görünmeyeni de göz ardı etmeyen manevi yaklaşım. Mantıksal boyutu şu; eğer cevap sürekli yanlışsa, istenilen, aranılan yönde olmuyorsa kuvvetle muhtemel soru yanlış soruluyordur. Orada arayanın sorusunu kontrol etmesi, neyi, niçin aradığını bilmesi gerekir. Çok bilindik bir söz vardır ya hani; "Rotası belli olmayan gemiye hiçbir rüzgâr yardım edemez" diye, işte aynen de öyledir. Neyi aradığını bilmezsen bulduğunu da bilemezsin. Şahsi görüşüm, sorunu iyi anlamak, soruyu iyi belirlemek gerekir. Bu kitapta hatırlarsan, Sinclair sürekli sorunun şeklini değiştirdi. Bir süre sorudan emin olamadı. Soru belirginleştikçe, aldığı yanıtları daha iyi değerlendirdi, bir şekilde bir yere ulaştı. Çıktığı yolda tökezlediği çokça da oldu. Bu yolda da Demian, Pistorius ve Eva soruyu belirginleştirip, cevabı bulmasında Sinclair'e yardımcı oluyorlardı. Bu da var. İnsan, kendi başına bu yolu oldukça zor gider, hatta gidebilir mi ondan emin değilim. Ama bir yardım alması, en azından yolda olan birilerinden destek bulması, o yolu gidilebilir kılacaktır. Manevi boyutuna gelecek olursak, ben herkesin nasibi kadarını yaşayabileceğine inanırım. Yola çıkabilmenin dahi nasip yönü vardır. Yola çıktıktan sonra anlamını bulabilmenin de öyle. Ama bu kesinlikle kaderci yaklaşımla karıştırılmamalı. Yani elbette insan gayret edecek, doğru bildiği yolda ilerleyecek, hatta bu uğurda olmuyor deyip pes de etmeyecek. Ama şu da var: Hayatta hiçbir şeyin garantisi yoktur. Mücadele etti diye bulmanın da garantisi yok. Zorlu bir imtihan; o kişinin kaderi de sürekli yolda olmak olabilir. Yani sefer var, yapılacak, şart ama zafer garanti değil. Bu bulma yolunda benim iki tane öncelim var gerekli gördüğüm: Biri başta da dediğim gibi sorunun ne olduğunun doğru tespiti ve doğru soruyu sormak. İkincisi de kesinlikle mücadale etme cüretini ve kararlılığını gösterebilmek. Ingeborg Bachmann' ın yanılmıyorsam Malina kitabında geçen bir söz var, der ki; "Yaşayacak bir niçini bulunan, hemen hemen tüm nasıllara dayanabilir." Eğer niçinin kuvvetliyse o yolu da kararlı ve sağlam adım atarak gidebilirsin. Sinclair'in kitaptaki halini Nietzsche'nin bir sözü çok güzel özetliyor: "Kafasında bir kaos barındırmayan, bir yıldız doğuramaz." Kitapla alakalı paylaştığın alıntı güzel özetliyor Sinclair'in durumunu. Bu katkı için de teşekkür ediyorum. Gelelim bende de arayışa sürüklenme oldu mu sorunuza; evet, elbette ben de incelemede yazdığım gibi sorular sordum kendime. Zaten kitabı güzel kılan da oydu ya, Sinclair'la birlikte o yolculuğu yapmak. Herkes kendine göre cevaplar buldu. Sinclair'in cevapları beni kısmi tatmin etse de ben, kendi cevaplarımı gözden geçirdim. İncelemeyi böylesine dikkatli okuduğunuz için ve bizi, güzel bir etkinlikle Hesse rüzgârına katmış olduğunuzdan dolayı ben teşekkür ediyorum. Ayrıca beğenmiş olmanıza sevinirken, sizde güzel bir etki bırakmış olması da beni mutlu etti. Sizin de emeğinize sağlık...
5 next answer
Mathilda okurunun profil resmi
Söz konusu manevi tükenmeyse en iyi yoldur kaçışlar. Şu aradaki çelişki beni çok düşündürüyor; vasatı yaşıyorlar, soru sormuyorlar ama mutlular? Öbür tarafta içine yönelen, arayış içinde olup sorular soran buna rağmen dediğiniz gibi "anlamını" bulamayan ve hiçbir zaman bi noktaya ulaşamayacak, insanlar. Ve bu yolda tüm uğraşları omuzlarına yüklenen bir ağırlık oluyor. Oysa amaç neydi? Kendin olmak, kendine ulaşmak, tanımak aslını. Bize kimse bizi öğretemez. Öyle değil mi. Ya hayatın hızına asılıp uyuşacağız ya da kasvet çökecek zihnimize. Baktığımız zamanda hiçkimsenin kolayca isteyemeyeceği bir durum söz konusu olunca "napacağım kendimi bulup" der ve atılır o uçurum hayatına. :) Bu konu üzerine konuşsam susmam herhalde. Nasıl ki o ideal nokta sürekli gelişen dinamik yapıysa, benimde bu konudaki fikirlerim ona benziyor o yüzden fazla uzatmamak adına bu kadarı kafi diyorum. Bu arada izninizle bu alıntıyı da eklemek istiyorum. Schopenhauer demiş ki; "Bir insanın olabileceği ya da başarabileceği en iyi ve en büyük şeyin kaynağı kendisidir." Hesse ile ilgili olarak da bir iki şey söylemek isterim daha önce bir eserini okumuştum, benimde memnun olmadığım taraflar hemen hemen aynıydı. Nedenini bilmiyorum ama "Hadi canım" yerine bende "oldu canım" dedim sıkça. Ve bu durumlar bende ister istemez kitaba karşı (üzülerek söylüyorum bunu) olumsuz düşünceler bırakıyor. Çok uzattım, sürçülisan ettiysem affola :) Doyurucu bir inceleme ele almışsınız, emeğinize sağlık.
Emin K. okurunun profil resmi
Bilmek, beraberinde sorumluluk da getirir çünkü. Bu da epey rahatsız edici, rahatı kaçıran bir şey. İnsan öğrendikçe cesaretini kaybediyor, öğrendikçe iş daha da karışıyor. Eskiden bir bilinmezle karşı karşıyayken, öğrenmeye başladıkça, bilinmezin ne kadar derin olduğu ve dallanıp teferruat kazandığı görülür. Oysa soru sormayıp, merak etmeyen, aramayan için bilinmez tek ve belirsizdir, mercek tutulmadığı için de küçük ve önemsiz. O yüzden aramak değerlidir ve fazlasıyla rahatsız edici ve cüret gerektirir. Herkesin harcı değil. Herkes göze alıp da kendini ve anlamını aramaz bu yüzden. Dediğiniz gibi bir süre sonra da "aman, ne yapacağım bulup da" denilip vazgeçilme ihtimali de yüksek :) Herhangi bir otorite değilim ancak bunlar da nacizane benim anladıklarım ve görüşlerim. Üzerine daha epey konuşulabilir tabi, belli ki sizin de bu konuda yaşamsal / düşünsel olarak biriktirdikleriniz var, bu nedenle konu sizin için de açımlanabilir boyutta gibi görünüyor. Schopenhauer'e katılmamak zor, 'olma'nın da 'olamama'nın da başı sonu insana çıkıyor :) Hesse konusunda da aynı düşünmemize sevindim. Kendisinin eserlerini dikkate değer buluyorum ancak kendi fikrim; bazen olayları fazla zorlamış olduğu ve kurguyu o kadar iyi yürütememiş olduğudur. Estağfurullah, aksine güzel bir katkıda bulunmuş oldunuz. Eser sonrası bu tarz fikir paylaşımlarını önemsiyorum. Bundan dolayı teşekkürler :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.