Gönderi

OĞUZ ATAYI DEĞERLENDİRMEK YOLUNDA OĞUZ DEMİRALP (Oluşum, Sayı 12, Ekim 1978) (...) Selim’in ilk yanlışı: «Hayatın acemisi». Yaşama yoksulluğumu okuma zenginliğiyle denkleştirmeğe çabalaması boşuna. Ne mühendisliği, ne yazarlığı, giderek ne de sevgi/li/si bir tutamak olabiliyor. ««Tutunamayanlar», böylelerinin ardından çok, giderek fazla uzun bir yazıklama. Turgut Özben ise yanlış dala asılmış, iş yaşantısında başarı sağlamak, onu gününün saçma yaşamına katmaktan başka neye yarıyor ki? Dur, doğruya sap, kendine yönel, herşeyi bırakıp gitmek pahasına! Ama, varacağı yeri biliyor mu ki? Hikmet Benol aynı yolun yolcusu. Adından belli. Oğuz Atay’a ««Tutunamayanlar»ı uzatıyor Hikmet’in ««Tehlikeli Oyunlar»ını anlatarak, İsa simgeseli billurlaşıyor. Hikmet Benol — Hüsamettin Tambay — Nurhayat Hanım: İşte kutsal üçgen. Hepsi birer... cık: Isacık, Meryemlik, Tanrıcık. Hikmet Benol, imgelemini bir cehennem tiyatrosuna çeviriyor. Adının anlamının tersine doğru kayıyor, hızla. Sevgi’yle yaşarken sevgisiz, Bilge’yle bilgisiz. Parça parça olan bir benlik; toparlanamıyor. Yorgun ve yılgın ruh. Pencereyi açıyor son bir kez. Ölümün kucağına atlıyor. Her iki başkişi de birer küçük kentsoylu aydın. Oğuz hâlâ evrensel insanı anlatmak savında mı? Çeşitli kişilerin ortak paydası olan tip belirli bir zaman _ mekân tamlamasının ürünü; batılı değil herşeyden önce. İsa, batı uygarlığının özünü simgelerken, Türkiye’de son iki yüzyıllık yaşamımızın simgesi oluyor. Değişik bir açıdan bakalım Atay’ın romanına. Üstü kapalı bir karşı koyuş vardır Cumhuriyetin üst-yapı devrimciliğine, göstermelik batılılığa. Tepkisi, birtakım şovenistlerinki gibi Batı’ya değil, öykünmecileredir. Başkişileri Batı usuyla Doğu duyarlığını birleştirmeyi deneyerek çözüm ararlar, başaramazlar. Tarihin attığı kördüğüm boğar onları. Türk aydını Batıyı özümleyememiştir, çünkü tanımamıştır. Kendi geçmişine de yabancıdır büyük ölçüde. Köklü bir köksüzlüğü vardır. Tam anlamıyla ortada kalmıştır. Selimin, Hikmet’in durumu da bu değil midir? Hem kendilerini hem de çevredekilerini kurtarmak isterler; bir Alfred de Vigny tavrıyla, yani tam kanlı coşumcular gibi ortaya çıkarlar. Bunu yaparken bile Batının 19. yüzyıl (idamına öykünürler. Ne etseler yetersizdirler, en başta kendilerini aşmayı beceremezler. Oğuz Atay, açık ki, kişinin kendi kendisiyle savaşmasını ve yenmesini öneriyor herşeyden önce. Yenilgi süreci içsel bir serüven olarak-anlatılmış, toplumsal durum ve konum ise bir veri olarak alınmış. Dışsal - içsel çatışmasında dışsaldan çok içsel etmenlere ağırlık veriliyor, bireyin içinde bulunduğu koşullara karşı tavrı irdeleniyor. Olumsuz. dışsal belirlenimlere karşı salt kendinden kalkarak savaşıyor başkişi, ilkin kendini dönüştürmeyi amaçlıyor. Bundandır Oğuz Atay’ın bireyin yazan oluşu. Toplumsal devinimlere pek bel bağlamıyor o. İnsanın değiştirilmesini, dünyanın, yani yalnızca özdeksel koşulların değiştirilmesinden daha önemli bir sorun olarak görüyor gibi. Bu noktada: Kendi içinde yapayalnızdır insan. Hele Türkiyeli aydın. Bu aydın belirsizliğin, bilgisizliğin içine doğmuşsa, tek kaynakça olarak Batı kültürü; o da bilmemkaçıncı elden sunulmuşsa, insan konusunda kalkıştığı kahramanlık isa müsveddesi olmaktan öteye gidebilir mi? ««Dragomanlar cumhuriyet»inde her aydın biraz ««Mütercim Arif»tir. -SON
··
11 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.