Gönderi

İnsan; bir damla kan ve bin endişe…
Yaratılmışların içinde en eşsiz varlık insan üzerine biraz yazmak istedim bu sabah. Kendini bulmuş, hala arayan, ruhundaki tılsımı çözmeye ömrü boyunca gayret eden, etmeyen insanı biraz anlatmak istedi içimdeki “yaz” diye dürtü. Yaratılışındaki biyolojik bütün donanımın, dünyadaki son teknolojilerin bile erişemeyeceği bir mükemmeliyetle varedilen insan, sadece bir biyolojik varlık elbette değildir. Yürek dediğimiz biyolojik aksesuar ruha entegreli olarak çalışır ve beyni yönetir. İyi bir ruha sahipse beyin, iradeye muktedir mesajları gönderir. Biz bu dışarıya yansıyan irade sonucu mesajlara, müeyyidelere “amel” adı veririz. Bu sonuçlardır bizi manevi hazza veya azaba ulaştıran. Hayat, insanı hep imtihanlarla yoğurur, yorgun düşürür. Buna direnmek ise onun ruhunu ve yüreğini ne derece yetiştirebildiği, en büyük sermayesi olan zamanı nasıl kullanıp neye harcadığı, kainat reçetesindeki ilaç ve tavsiyelere uyup uymadığı ile alakalıdır bence. Çünkü ömür bir gün son yazacak. Ve o adaletli teraziye yürek ve ruh harddiski konulacak, bütün yazılım hatalarıyla, önlem almadan ruha sızdırdığı virüslerle gözler önüne serilecektir. Nitekim geri dönüşümü kapatılmış bir bilgisayar gibi “Error!” hatasının ruh yakıcı pişmanlığını kamçılayacak, nitekim artık hiçbir yakarışa faydası olmayan “an” dan dönemeyeceği onu o hesap gününde yıkacaktır. Farkındalık o kadar önemli bir kavram ki, Neye/Niye farkındalık? Zamana, ömre, yüreğe… İnsana, inanca, ahlaki bütün toplumsal, dünyasal ve insana özgü kurallara farkındalık. Kişi aslına ne olursa olsun döner… Aldığımız kararlar, ömrümüzde hiç aklımızdan bile geçiremeyeceğimiz değişimlere olumlu ya da olumsuz etki edebilir. İnsan böyle bir varlık işte. Tam da Şirazlı Sadi‘nin dediği gibi; “İnsan; bir damla kan ve bin endişe…” Bazen ne düşünüyorum biliyormusun? Doğumuna eşsiz bir sevgi gösterisiyle sevindiğimiz insanın neden ölümünde dizimizi döverek ağıtlar yakıyoruz? Siz bulabildiniz mi? ya da kendinize sorabildiniz mi? Tefekkür edip düşünebildiniz mi? Oysa ne kadar da doğal ölmek ve doğmak değil mi? Varolmak ve yok olmak. Biz benliğimiz yüzünden kaldıramıyoruz yok olmayı. Basitliğimizi. Bir damla kanımızı, biyolojik yapımızı o kadar yere göğe sığdıramamışız ki ! Kibrimizle, ona yüklediğimiz anlamsız vasıflarla, önceliklerle bu yapıyı ruhun yüreğin önüne öyle koymuş ve ilklendirmeye şartlandırmışız ki. Doyumsuzca… Sınırsızca… Üstelik bu doyumsuzluğu ruhumuza vermemiz, dengelememiz ve onu bir adım önde tutmamız gerekmez miydi? İnsanlığa, insana değer bence budur. Gönül tutmak, gönül ehli olmak. Dünya çok kısa ve zaman ve mekan öyle hızlı akıyor, geçip gidiyor ki… Yüreklerimizi yağmalayıp savurmayalım dostlar, onlar çok değerli… Çünkü sonsuzluk; biyolojik yapımızda değil, ruh katığı yüreklerimizdedir… “Gelin tanışık idelüm işi kolay tutalum, Sevelüm sevilelüm dünyâ kimseye kalmaz…” Y.Emre Sevgimle…
·
9 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.