Ahmet Haşim 1921'de bir şiirinde "Göllerde bu dem bir kamış olsam," dedi diye "Şiirde nasıl 'kamış' lafını kullanırsın be adam?" denerek arkasından edilmeyen laf, hakaret, eleştiri kalmamıştır. Yıllar sonra Orhan Veli şiiri öyle bir yere getirir ki bir şiirinin sonunu Ahmet Haşim'in bu dizesine gönderme yaparak "Bir de rakı şişesinde balık olsam," diye bitirdiğinde kimse bu durumu yadırgamaz.
1942 yılında "Garip" kitabı basılır. Büyük tepki çeker kitap. O zamana kadar Türk şiiri kahramanlık hikâyelerini, destanları, aşkı, sevgiyi, güzellemeleri anlatır. Ama Orhan Veli Kitabe-i Seng-i Mezar (Mezar Taşındaki Yazıt) şiirinde tüm bu genellemelerin dışına çıkarak tek derdi ayağındaki nasır olan sıradan bir insanı, Süleyman Efendi'yi, sokar hayatlarımıza. İlk bölümü Garip kitabında yayınlanan üç bölümlük bu şiirden sonra Orhan Veli "şiire nasırı sokan adam" diye anılmaya başlar. Şiir o kadar çok beğenilir ve dilden dile dolaşır ki Orhan Veli'nin ününe ün katar. Öyle ki, yıllar sonra yazdığı otobiyografik şiirinin girişinde kendisini şöyle tarif eder şair:
Ben Orhan Veli
"Yazık oldu Süleyman Efendiye"
Mısra-i meşhurunun mübdii
Hayatı boyunca uyağa karşı savaşır, şiirin serbest ölçüde yazılması ve kalıplardan kurtulması için mücadele verir. Ne yazık ki genç sayılabilecek bir yaşta, 36 yaşında, belediyenin açtığı bir çukura düştükten sonra beyin kanaması geçirerek ölür. Hep alt etmeye çalıştığı uyak onu mezar taşında yakalar. Orhan Veli'nin Aşiyan Mezarlığı'ndaki mezar taşında sadece şu iki satır yazmaktadır:
Orhan Veli
1914-1950
Şiiri niçin mi okumalıyız? Bazen sadece şairinden dolayı...