İnceleme yazmıyorum epeydir, inceleme dışında da pek bir şey yazdığım söylenemez a, bu kitap hakkında yazmasam çatlardım. Ben yazmak istemedim de Hasan Ali TOPTAŞ beni yazmaya itti, zorladı desek daha doğru olacak sanırım. Ah Hasan Ali Toptaş… O ne muntazam cümleler, o ne tasvirler, o ne dil kullanımı öyle. İnsanın aklı hayali almıyor; o kadar kelime bilgisine; düşünceleri, duyguları, ruh hallerini o kadar kolay; en sade , en duru , en yapmacıksız haliyle berrak bir su gibi anlatmaya.
Bu okuduğum beşinci Hasan Ali Toptaş kitabı oluyor. Kuşlar Yasına Gider ile başlayıp sırasıyla Ben Bir Gürgen Dalıyım, Gölgesizler, Sonsuzluğa Nokta ve en son Heba. Okuduğum ilk iki kitabından o kadar çok etkilenmemiştim ya, Gölgesizler kitabı çok büyük etki bıraktı bende. O berber dükkanını gerçek bir düzlem alıp okuru farklı bir dünyaya götürüp getirdiği Gölgesizler. Sonsuzluğa Nokta da fena değildi sonra. Derin anlatımı, ruh analizleri, baş kahramanın çaresizliğini okurun iliklerine kadar işleyişi.
Heba’yı da anlatım tarzı olarak benzettim Sonsuzluğa Nokta’ya. İki kitapta da çok derin bir anlatım vardı. Küçücük olayların tüm boyutlarıyla yazılması. Derin ruh analizleri. Aynı zamanda çok farklı bir Hasan Ali Toptaş da buldum bu kitabı okurken. Çok fazla özenmiş. Bu özen okurken okuyucunun iliklerine kadar işliyor. Mekan seçimleri çok iyi, tüm detaylar düşünülmüş, karakterlerin ruhsal durumları her konuşmada yada konuşmamada verilmiş. Gökyüzü bile defalarca tasvir edilmiş. Hepsi de birbirinden farklı. Gökyüzünü kaç farklı şekilde tasvir edebilirsiniz?
Çok sayıda kelime kullanılmış. Bildiğimiz yada bilmediğimiz. Heralde Hasan Ali TOPTAŞ’ın en fazla kelime kullandığı romanıdır, ayrıca Türk Edebiyatında da oransal olarak en fazla kelime kullanılan romanlardan birisidir. Eseri okurken dünya kadar benzetmenin, ruh analizinin altını çizdim, hepsi de birbirinden farklı kelimelerden oluşmuş. Bazen de bu kadar benzetmenin okuyucuyu yorup yormayacağını düşünmedim dahil tabi. Bazı arkadaşlar kitabın kolay okunduğunu söylemiş ama ben bazı cümleleri defalarca okudum. Gerçi benimkisi biraz da okuduğumdan aldığım hazdandı. Özellikle ruh analizlerinde, tam olarak bu işte dediğim içindi. Belli ki yazar çok düşünmüş bazı benzetmeleri, belki de o kadar düşünmemiştir Hasan Ali Toptaş bu.
Bu kısımdan sonra biraz da romanın kurgusu üzerine yazacağım. Okumayan arkadaşlar dilerlerse okumayı bırakabilirler.
Roman bittiğinde ilk düşündüğüm konu, bu parçalarının nasıl birleşeceği oldu. İlk düşüncem romanın Ziya’nın hayatının ileri geri dönüşlerle anlatıldığıydı. Ama ilk bölüm olan ‘Anahtar’ kısmına bir türlü bir yere koyamadım. Binnaz Hanım’ın anlattıklarından oluşuyordu büyük bölümü ve bu anlatılanların Ziya’nın hayatına etkisi yoktu. Hasan Ali Toptaş’ın romanında her bölümün -her cümlenin dahi- kurguya hizmet etmesi gerekiyordu. Tekrar düşününce aslında bu romanın kişilerden ziyade mekanların romanı olduğu düşüncesinde karar kıldım.
Ülkenin neresinde olursa olsun; ister İstanbul ister Ziya’nın köyü, ister Kenan’ın köyü , ister doğu sınırı; Heba olan, iyi, kötü insanlar vardı. Her yerde bir yaşam mücadelesi ve bu mücadelenin içinde kötü zamanlar yaşayan, hiç yaşanmamış gibi biten hayatlar vardı. Bir de tezatlıklar dikkatimi çekti. Kötü yaşamların yanında iyi sonuçlanan yaşamlarda vardı. Binnaz Hanım en az Ziya ve Kenan kadar kötü bir hayat yaşamıştı ama sonucunda talih ona gülmüştü yada evlenip mutsuz olanlar, evlenemeyenler varken Ziya’nın köyünde komşusunun oğlu evleniyordu. Bunlar bana hayatın akışını hatırlattı epeyce. Ben bunların rastlantısal olduğunu düşünmüyorum. Tamamı düşünülerek kurulmuş.
Metinler arası göndermelerde çok hoşuma gitti. Ziya’nın Besim’i – Kenan’ın yeğeni- gördüğünde Binnaz Hanım'ın evinde yaşadıklarını hatırlaması, Ziya ile komutanının aynı köyden olması yada finalde Ziya’nın Binnaz Hanım’ın cümlesini hatırlaması. Bu göndermelerle yazar bir önceki bölümlere ilişkin olarak okuyucunun belleğini tazeliyordu. Ayrıca romanda kadınlara da önem verilmiş. Heba olan erkeklerin yanında bir Binnaz Hanım var sonra romanda aktif karakter olarak Kenan’ın annesi ve kız kardeşi. Çocuklar vardı sonra hortumun alıp götürdüğü. Karakter dağılımı çok iyiydi, kadınlar, erkekler, çocuklar, şehirliler, köylüler, askerler, siviller, Suriyeli bile vardı.
Bölümler arası geçişlerde iyiydi. Olayların tamamı bittikten sonra geçmiş hep. Bazıları- özellikle birinci bölümün sonu- kafamı karıştırmadı değil. Özellikle Ziya’nın sabah kendini köyde bulması, akşamı pek hatırlamaması, Binnaz Hanım’a ilişkin şüpheli düşünceleri olması, Binnaz Hanım’ın şüpheli tavır ve konuşmaları. Yine de geçişler yumuşaktı, iyiydi.
Finale gelince; final kendini Kenan’ın sonunda belli etti. Aynı mekanlarda olmasa da aynı kadere yaşayan iki arkadaş. Yazar şaşırtır mı dedim ama şaşırtmadı. Farklı olsaydı nasıl olurdu bilemiyorum tabi. Ziya Kenan’ın yerine geçip kaldığı yerden onun yaşamını yaşamaya devam etseydi mesela. Belki de çok iyimser bir son olurdu. Hasan Ali Toptaş zaten çok karamsar bir yazar, karakterlerine pek acımıyor. Ayrıca anlatıcının romanın sonunda Ziya ile konuşması çok iyiydi. Aslında finalde Hulki Dede’den bir şeyler bekliyordum, epigrafta sözü olunca, sanırım Ziya da bekliyordu kalabalığın içinde gözleri onu aradı ama olmadı. Hasan Ali Toptaş yaptı yine yapacağını.
Epey yazdık. Daha da yazılacak konuşulacak çok şey var ama yeter bu kadar. Sevgilerimle.