Çok tartışıldı, üzerine çok konuşuldu.
"Her Şey 1000Kitap'ta oldu."
Niyetim kitabı kötülemek ya da bazı kişileri övmek değil, öncelikle bunu belirtmek istiyorum ki niyet okunmasın. Bunu yazdığım için yine gerilimli bir durum olacak belki ama ne yazık ki bana göre ilk 109 sayfa çöp, bu tabire katılıyorum. Yani yazar kitabın ilk bölümü olan Celal bölümünü neden yazmış, ne amaçlamış anlayamadım. Gerçekten kötüydü.
Aslında cümleleri okurken aklımdan sık sık şu geçti, yazarın yazmaya bir istidadı var ama sanki kendisini kasmış. Sanki anlatacaklarını belirli bir kalıbın içerisinde anlatma kaygısına düşmüş. Bu da yazımını gölgelemiş ve kurmaya çalışacağım diye uğraşırken, üslubunu ve anlatımını kaybetmiş. Bölüm kocaman bir gereksiz aforizma, sigara ve betimleme yığınına dönüşmüş.
Kitabın sonraki bölümlerini de okuyunca aklımdan geçen ise yazar ilk bölümü yazmış, bir köşede bırakmış, aradan bir kaç yıl geçmiş oturmuş kitabı tamamlamaya karar vermiş. Yani ilk bölümde hissedilen aşırı acemilik sonra sonra kayboluyor kitapta ama kitabı eline alan her okur 109 sayfa bitsin de kalan bölümler nasılmış bakalım diye sabreder mi bilemiyorum. Ki ben de dayanamayıp bırakmıştım sonradan devam etmeye karar verdim.
109 sayfalık Celal kısmını da yazan, Yusuf kısmını da, Doktor ve Pars karakterlerini de yazan aynı kişiyse, bu ne yaman bir çelişki durumuna düşüyorum. Bence yazar psikoloji üzerine yazmak istemiş ki bu yönüyle kitap iyi fakat bunu da bir kurgu ve diyalog üzerine yazayım ki kişisel gelişim gibi, deneme gibi olmasın piyasaya yeni çıkacağım kitabı kimse okumaz düşüncesine girmiş ve kurgu kısmında tökezlemiş. Ne şekilde yazacağından bir türlü emin olamadığı için de ortaya Celal gibi karman çorman bir karakter çıkmış.
Elimde kalem not ala ala okudum kitabı, neresini neden sevmedim neresini neden beğendim gibi. İncelemeye biraz böyle devam etsem kitaba dair daha adil bir inceleme yazabileceğim gibi, o yüzden biraz uzun bir yazı olacak okumak istemeyen varsa çıksın. =)
Kitabın ilk bölümündeki giriş paragrafları bana Hakan Günday’ı anımsattı, bir yorumda Hakan Günday olsa şöyle şöyle yazardı dememin ve üzerine bir iletide bir dünya laf yememin sebebi de bu benzerlik hissiydi aslında, Hakan Günday tarzını sonuna kadar ara ara hissettim. Mustafa Becit Hakan Günday’dan etkilenmiş olabilir diye düşündüm işte başlarken de ve giriş kısmını beğendim de, fakat sonrasında aşırı klişeye düştü.
Örneğin sayfa 13’te;
“İkimiz de yalnızız ve bir nükleer santral kadar tehlikeliyiz,” diye bir cümle var, buraya “Neden?” diye not düşmüşüm, hikayenin çok başındayız karakterler bile daha oturmadan böyle iddialı bir cümle neden kurdurtuluyor karaktere. Etkileyici bulmak gerekiyordu bu cümleyi belki ama klişe... Neden bu kadar gereksiz betimleme ve afili cümle kullanmış, olaya girdikten sonra aforizmaları araya serpiştirse ya da kurguyu betimleme ile süslese daha lezzetli olurmuş. Betimleme dediğim de "Geniş bir kapıdan geniş bir salona girdi, upuzun koridoru geçti, geniş merdivenleri tek tek çıkıp büyük salonun sonundaki önemli adamın odasına girdi." şeklinde. Geniş merdivenler, geniş salon yerine etrafındaki durumu betimlese okumaktan daha keyif almaz mıydınız? Ben alırdım. :))
Çakma Hollywood konuşmaları, Kurtlar Vadisi esintileri, laf kalabalığı... klişeydi. (Kızmayın yani klişe.)
“Ben sana iş veririm ve sen de bu işi yaparsın!” (Selam ben Polat Alemdar!)
“Sigaranın filtresini ağzıma,ucunu ise çakmağımdan çıkan ateşe teslim ettim.” – Sırf süsleyeceğim diye bunca laf kalabalığına ne gerek vardı, sigara yaktım yaz devam et, filtresini ateşe vererek sigarayı yakamayacağını okur biliyor, her okur Bilal değil. Okurun zekasını bu kadar küçümsemek niye? Ki zaten o kadar çok sigara yakıyor ki bu bölümde neredeyse sayfada bir sigara yaktı, sigara yaktım cümlesini görüyoruz. Sigaradan bezecek kadar sigara yakılan cümle var.
Buna benzer bir cümle de yine “...arabayı çalıştırıp, vitesi bire taktım, sonra gaza basıp hızla uzaklaştım.” Şimdi ben harika şeyler yazabiliyorum falan değil ama yazma işinin de biraz matematiği olduğunu ve eğer güzel bir eser meydana getirmek istiyorsak kurguya katkısı olmayacak şeylerin yazıyı şişirmek dışında bir etkisi olmadığını da biliyorum. Çehov’un tüfeği olayı hani. Buna bir örnek daha yazıp, bu bahsi geçeceğim.
“Masanın üzerine döktüğü tütünleri ayrıştırdıktan sonra yanma haznesine sıkıştırdı ve yaklaşık yedi saniyede yaktı.” Tütünlerin de, zamanın da kurguya katkısı yok.
Celal kısmındaki olaylar hep şuna vurgu, bakın Celal çok vahşi, acımasız ve soğukkanlı bir ölüm makinesi! Tamam anladık diye bağırmak istedim, kafa kırmalar, iki kaşın ortasına domdom kurşunular...
“...adamın kopmuş kellesine falçata ile dövme yapıyordum.” Vayyy bee!! Adam psikopat, katil, ama sanatçı ruhlu!
Kafamızda hep aynı soru... Bu kitap ne üzerine kurulu? Aşk mı? Yeraltı mı? Polisiye mi? Psikoloji mi?
Bir kısım vardı ki hangi akla hizmet yazmış, nasıl makul görerek yazmış anlayamadım. Gölge’nin kadınımı öldürdüm diye zırvaladığı kısım! Bu kısımla ilgili ne gibi bir savunması var soracağım kendisine de.(Yazara sorsaydın denildi hep.)
Sanırım en oturaklı kısım Yusuf kısmıydı, buradan sonra kurgu süper falan olmuyor ama cümleler daha makul, daha kabul edilebilir ve aforizma kısımları yukarıda bahsettiğim olay örgüsünün içinde eritilmiş olarak karşımıza çıkıyor. Tanrı, ego, Freud, Jung, Gazali kısımları güzeldi. Ama yine bir eleştirim var ki zorunda değil diyebilirsiniz, bilmiyorum belki de öyledir, bilimsel bir dayanağa vermemiş sırtını sadece benim görüşüm, benim düşüncem böyle ve bunun doğru olduğunu kabul ediyorum yapıp yazmış. Doğu ile Batı’yı kıyas yapmış ama kendisi Doğu’ya yakın hissettiği için Batı’yı bir kenara fırlatmış, adeta Freud da kimmiş babalar gibi Gazali’miz var bizim durumu gibi. İnanç kıskacında takılmış kalmış bilimi yok kabul etmiş, bunu da sevmedim.
Neyini sevdim? Bir sürü yer oldu altını çizdiğim; psikolojik çıkarım yaptığı kısımların çoğunu sevdim, yazmaya istidatı kesinlikle var doğruladım buralarda, Pars ve Asil bağlantısı güzeldi, doktorun hikayesini biraz daha derinleşitrip daha güzel bir temele oturtsa süper olurmuş, doktorun egosu ile savaşı kısmı güzeldi. Necati mesela olmasa da olurmuş, hatta belki Celal –Serap olmasa da olabilirmiş, Sümbül hikayeye illa girmeli miydi şüpheli ama yazar böyle kurmayı tercih etmiş böyle kurmuş.
Psikoloji konusuma eğilimi varmış bu konu üzerine yazarsa daha güzel kitaplar okuruz sanırım kendisinden, ama lütfen mafyamatik karakterlerden uzak dursun.
Aşk üzerine kurduğu cümleler biraz bayattı açıkcası ve kurguda basit ve mantıksız yerler vardı. Ama yazarın bu kitabı 20li yaşlarda yazdığı göz önünde bulundurulursa çok da kötü denemez kitaba. Biraz daha olgunlaştığında, biraz daha hayat tecrübesi edindiğinde ya da bir kaç kitap olgunluğuna ulaşıp kendi kitabını yazsa daha güzel bir iş çıkartabilirmiş diye düşünüyorum. Bu herkes için geçerli değil çok genç yaşta çok sağlam eserler yazabilen yazarlar elbet vardır ama Becit için ben böyle hissettim, böyle düşündüm.
Okuyun diyemem ama okumayın da diyemiyorum. Kitap ortalama bir kitap, ne çok kötü (Celal kısmı hariç), ne çok iyi... Sadece kurgu ve üslup bakımından bakarsanız zayıf ama içinde güzel çıkarımlar da yok değil. Biraz okuma birikiminiz biraz da ne beklediğiniz önemli olan.