Gönderi

kişne kirazını ve göç, mevsim bir kadın canıma mercan sokuyor dayamış ağzıma bir memesini; bir tel uzayıp gidiyor saçından damağına muhabbetle gömülmüş dişleri. bir mıknatıs tutkusunda ufuk, acıyoncam, çocuğum, bozkır çiçeği, bak şehla parmaklarının arasında şaşırıyor akrep eski trafiğini. bir kan halkasından geçiyor ısınarak boğazımdan dökülen sevda sözleri, güzel olan her şeye sinmiş o kederden özür mü zafer sesi mi teşekkürler mi? ben bir yük vagonunda açtım gözlerimi, firavun'un ekinlerini yöneten yusuf da arkadan yırtılmış gömleğiyle kanatları dökülmüş kuşa benzerdi. muhammed dermiş ki hediyeler veriniz. cinsel tarafı düşün hediyelerdeki beş duyunun birliğini görmek istersen yaklaştır şurama usulca bas hançerini. sonra su içtik ve uyuduk uzakta duru kurtlar, çakal lekeleri, dilsiz olandan karşılanmaz olana çözüldü damar damar doğanın belleği. gün doğusu ense kökümüz sırtımız açlıkla aşkın sarsılmaz köşebendi ve sonra günbatıdan - nasıl anlatsam bir küçük bir yusufçuk geldi. ikili, diyordu bir ses, ikili olsun; ikişer ikişer yan yana getirdik sevdiğimiz adları: hasan ile hüseyin’i, üsküdar ile kadıköy’ü, nazım ile hikmet'i, harp ve sulh ile kelile ve dimne'yi, kızılırmak ve yeşilırmak’ı, oğlak ile yengeç’i, adilcevaz’daki usta ile stradivaryus'u, baston yapar bu usta; yaptığı bastonlar uğultulu ve serindir, ardıç kokulu ve ezgilidir değme kemanlar gibi; ve çök beğenilmiştir; ben o yıllarda...adilcevaz’ın nüfusu sekiz yüz doksan dörttür (kaymakamla birlikte); tanrıları bile yoktur, öyle yoksuldur ki insanlar; delikanlılar çakmaktaşıyla tıraş olur, yüksek tutun içer ermişler; bir mıknatıs tutkusundadır ufuk; uçurumlar tazeliğini yitirmemiştir; ferit ile tanyeri’ni; yakışıklı süphan ile gizemli ağrı’yı; dört mevsim ile 365 günü; karaköse'deki boynu karışık tulu atlarla bunların sessiz binicilerini; bohçacı adapazarı ile izlenimci bursa’yı; 1847 ile 1916'yi; zakkumun verdiği deli bal ile bati bağlarının lepiska bilgeliğini; muhacir nehirler ile kurumuş su kentlerini. konuşsun diyor... konuşsun diyor bir ses konuşsun ve yağsın ve terlesin ve yansın konuş akkavakkızı dereden tepeden yağmursa da karsa da yağ içindekini düzmece töreler arasından dağların büyük uğultusuna doğru terle iliğindeki o en eski, o en etkin, o en uyarıcı zambak vahşetini ve sen, kıyı, yan! alart çevremizi. kent, kibar ve fahişe sıfatlarla kus barsaklarında tembelleştirdiğin ilkeyi. ve öteden gelen sari tef sesi iste onbir taze basak dizdik bir sapa kargışla bizi. gözlerim. gözleri yanıyor. kişne kirazını ve göç, mevsim.
··
33 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.