14.00
Saçlarıma yavaş yavaş dökülen yağmura aldırmadan "Kent Meydanı'na" doğru acele etmeden yürüdüm. Yağmuru sindirmek hiçte zor gelmiyordu, ıslanmak mı? En sevdiğim, yüreğimi de yanıma almışken yürümek mutluluk veriyordu..
Bir dolmuşa binirek "Tophane'ye" çıkan merdivenlerin karşı caddesinde indim. Yağmur yine bana eşlik etmekten geri durmadı. Ta ki varacağım "Devlet Hastanesi'ne" gidene kadar. İçeri girdim, hastaneye değilde, gezi sırasında, bir senfoni dinlemek için girdiğim sıradan bir bina olduğunu fark edemeden.
15.15
Tıbbi sekretere, elimde ki belgeyi uzattım "saat 14.40 Mr randevum var, belgeyi size mi veriyoruz?" , o da "ben alayım kağıdı, sıranız geldiğinde isminiz seslenirler."
Teşekkür ettim ve elimde narin bir kadının yeşilimsi elbisesini tutarmış gibi hissederek, yetmiş dokuz sayfalık "Stefan Zweng'in -
- Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nu" okumaya koyuldum.
15.10
Tıbbi sekretere, naif bir duygu ile, randevu saatimin geçtiğini dile getirdiğimde "MR" biraz uzun sürdüğünden dolayı, geçikmeler oluyor demesi üzerine, kitabıma kaldığım yerden devam ettim. On dakika daha beklenebilirdi. Veyahutta yarım saat, ne olabilirdi ki? Kitabımla gayet mutluydum.
15.23
Ismim seslenildiğinde, grimsi geniş bir kapının "dırrt.." sesi ile içeriye giriverdim aniden, daha önce girmiş olduğum "MR" bu sefer, gözlerimden bir makyaj yapar görüntüsü hissettiğim bölümümü alacaktı, meraklıydım da, acaba neler olacaktı, heycan yaparmıydım..?
"Üzerinizde ki metal ne var ise, kabinde bırakın isterseniz" diyen "MR" teknisyenine, çok büyük iş yapacakmışım algısıyla, kabine girdim. Bende kalan ne varsa duvara monte ettim, üzerimde duran bir montun, duvarda asılı kalması, şaşkınlık yaratacak bir durumda değildi zaten.
Makina'nin üzerine sırtüstü uzandım, teknisyene, "gözlerimi kapatmalıyım?" dedim. Oda "evet, ve mümkünse hareket ettirmememi" söyledi. Canıma minnet...
Arkalardan gelen başka bir makina'nın sesi, bir bıçkı sesini andıran tonda devamlı hareket ediyordu. Kendimi tam o makinanın müziğine adepte etmiş, nağmelerde kaybolurken, teknisyen başımın olduğu bölüme kelepçeli bir maske koydu, çıt çıt sesin ardından tekrarladı, "gözlerinizi fazla hareket ettirmeyin.."
Sanki bir hızara gidermiş gibi sırtıma dokunan geniş kayışın, tenimde ilerlediğini hissettim, yolculuk baslamıştı. Acaba garip sesler beni ürpertirmiydi ki..?
"Dad dad dad.." sesleri kulaklarıma vurmaya başladığında kendimi bir garip hissettim. Daha iyi bir melodi neden olmasın? Evet olmadı. Kemana ne kadar da muhtaç kalmıştım...
"Dad dad..." sesleri yükseldikçe, bende bu sesten keyf almaya başlamıştım. Sanki bir konserdeydim ve alışılmışın dışında bir konser olduğu muhakkaktı...
Ve ses bittiğinde makinanın kayışları bir tık ileri yürüdü, durdu. Makina sustu bende sustum. Merakım gittikçe arttı, sırada ki enstrünman neydi acaba.. ve on-yirmi saniye kadar bir süre olsa gerek...
"Dıd dıd dıd..." hadi ama dostum! Daha iyi bir melodi ama! Orkestra şefini kovmalıydılar..! Ve makinanın "dıd dıd dıd..." sesi yükselmeye devam ederken, bundan sıkılmak yerine keyf almanın daha doğru olacağını düşündüm, parmaklarımı birleştirerek, gelen "dıd.." melodisine eşlik etmeye başladım.. bir kaç dakikalık "dıdlar.." yerini tekrar sessizliğe bıraktı....
Bir kaç saniye aradan ve de makinanın geniş kayışlarında süzülürken, bedenim tekrar durdu....
"Daad dad.." diye feryat eden itfaiye sesi gibi gelen bu ses nereden çıkmıştı.. "dıd dıd.." daha bir güzeldi sanki... bir kaç dakika bedenimden, itfayenin sesini geçmeye başlamışken, ses bir anda yok oldu... Bir kaç saniye sonra yolculuğun sonu gelmişti, konser bitmiş, hızar sesi arkada halen dönmesini hissetmeme rağmen, hiç durmamıştı, durmaya da niyeti yoktu...
Açıkçası tamda bu müziklere hayran kalınacak zamanda, bitmesi hiç hoş olmamıştı.. montumu ve ne kadar metallerim var ise herbirini, bir bir ceplerime doldurarak kabinden çıktım, geniş gri kapıdanda geçerek, hastanenin çıkışını tuttum..
Yağmur benden hiç vaz geçmeyecekti... bende ondan vaz geçmezdim, daha kurumayan saçlarıma düşen her bir damla, saçlarımdan omuzlarıma hatta enseme kadar inmeye başlamıştı.. bir kafe çarptı gözüme... solumda... aniden.. döndüm ve tabelaya baktım. "Saltanat Kafe".. çay içmelimiydim? Evet hak etmiştim... Belki de kahve, neden olmasın...
Okuduğunuz için teşekkür eder, saygı ve sevgi ile...