CELLAT
Bir çift yeşil göz... Dalıp gidiyorum yeşiline. Ama gittiğim yerde hiçbir şey yeşil değil. Kuş kadar pencere, iki dirhem ışık... Yırtık çarşaf, pis kokan yastık… Kireci dökülmüş duvar, kırık ayna… Bozuk musluk, sararmış tuvalet… Bir de anamı ağlatan, imanımı da gevreten köpoğlu soğuk…
On gündür beni bağrına basan kirli yatağın, bağrından kalkıp, oturuyorum. Başım, ellerimin arasında. Gözlerim, nasırlı ayaklarımda. Otuz yıldır, istisnalar hariç beni istediğim her yere götürdü bu ayaklar. Bugün yine istisna bir durum için istemediğim bir yere götürecekler.
Kalkıp tıraş oluyorum. İlk ve son adam akıllı abdestimi alıyorum. Niyet… Besmele… üç ağza, üç burna… Diğer sıralamayı hatırlamıyorum. Kafama göre… Temiz olayım da gerisi mühim değil.
Benim için özel olarak getirdikleri beyaz kıyafeti giyiyorum. Sünnet olduğum zaman giydiğim uzun gömlek geliyor aklıma. Daha şimdiden hayatım, gözümün önünden film şeridi gibi geçmeye başladı. Hâlbuki bu son an da olması gereken bir şeydi, niye şimdiden başladı ki? Az ömre çok şey sığdırdığım için mi?
Kapı açılıyor. Cüppeli, sarıklı bir imam giriyor içeriye. Açıyor Kur'an-ı Kerim'i… Euzu Besmele… Yasin… Sadakallahul azim… Bir şeyler daha söylüyor ama anlamıyorum. Kulaklarım uğulduyor. Bu da en son olması gereken bir şeydi ama o da erken başlıyor.
İmam çıkıyor, iki adam giriyor içeriye. Vakit geldi, gidiyoruz diyorlar. Sesleri boğuk, çehrelerinde tutulan bir yasın kederi var. Benim yasım mı bu? Bunun için de erken değil mi?
Kalkıyorum. Ellerimi arkadan bağlıyorlar. Çıkıyoruz hücreden. Karanlık bir koridordan geçiyoruz.
Kesif bir koku… Rutubet… Ciğerlerimi çürüten, sinsi düşman!
Son koridordan da geçiyoruz, son kapı da açılıyor. Avludayım. Beyaz bir ışık delip geçiyor gözlerimi. Hava da çok soğuk, şamar gibi çarpıyor suratıma rüzgar.
Ne istiyor benden doğa? Ne yaptım ki ona? İklimin dengesini mi bozdum? Atmosferi mi deldim? En fazla denize işemişimdir. Onun intikamı da böyle olmamalıydı.
Yürüyorum. Dar ağacı karşımda. Protokol sağda. Yas tutan adamlar iki yanımda. Meraklı gözler pencerede. Martılar havada. Canım burnumda.
Celladım gözlerime bakıyor. Ne görmeyi umuyor ki? Hissettiklerimi, hissedebileceğini mi sanıyor avel!
Kolumdan tutup götürüyor beni dar ağacına. İtina ile ilmeği geçiriyor boynuma. Son duamı ediyorum. Kelime-i Şehadet… Eşhedü… Tekme… Ayaklarım yerden kesiliyor. Havadayım ama uçmuyorum. Nefes alamıyorum ama hala yaşıyorum. Çırpınmaya başlıyorum. Hırıltılar çıkıyor. Boğazım acıyor. Ciğerim gövedeme sığmıyor. Kanım kuruyor. Ayaklarım üşüyor. Daha çok çırpınıyorum. Hücrelerim ölüyor. Gözlerim yuvalarından çıkıyor. Kulaklarım uğulduyor. Yüzüm seğiriyor. Dişlerim kasılmaktan kırılıyor. Ama bir türlü can çıkmıyor.
Sakinleşiyorum. Çırpınmıyorum artık. Gözümün önünden geçen hayatımı izliyorum. İlk kavgam. İlk aşkım. İlk öpüşüm. İlk ağlayışım. İlk cinayetim. Son günüm.
Hafifliyorum yavaş yavaş. Ruhum çekiliyor. Bedenim tek kalıyor. Ölüyorum sanırım. Cellat… Martı… Soğuk… Işık… Karanlık…
Öldü. Daldığım gözlerden çıkıyorum. Kan yürümüş, artık yeşil değil gözleri.