Vefa/sızlıkHikaye türüne ne kadar aşık olduğumu herhalde bilmeyeniniz yoktur. Hikaye insanın kendisidir, yaşanmışlıktır, tecrübedir, kültürdür. Her insan aslında bir hikaye kahramanıdır. Hikaye roman gibi değildir. Roman insanın kurduğu bir kurgudur. Yapmacıktır. Hikaye kadar samimi değildir. Hikaye kadar yoğun değildir. Roman anlamı ötelerken hikaye anlamı en kısa yoldan ve en etkili şekilde vermeye yoğunlaşır. Roman kameraysa hikaye fotoğraftır. Hikaye motorsiklet, spor arabaysa roman dört çeker jip, tırdır. Hikaye hızlıdır, zekidir, derin ve dolaylı düşünmeyi bekler. Bu yönüyle her hikaye okuyucusu aslında okuduğu hikayeyi yeniden yazar. Neredeyse her insan bir hikayecidir, aktarmak istedikleriyle.. İnsanın içgüdüsel anlatım isteğinin karşılığı hikayedir.
Özellikle bizde hikayenin yeri başkadır. Tüm destanlarımız gerçek hikayelerin deformasyona uğramış halleridir. Teknoloji ve iletişim bu kadar gelişmemişken halktan gelmiş anlatıcılar köy köy kahve kahve toplantı toplantı gezerek halkı eğlendirmek, eski töreleri gelenekleri aktarmak biraz da düşündürmek için hikayeler anlatmışlardır. Bunların en güzel örnekleri Murathan MUNGAN’ın Cenk Hikayeleri kitabında görülebilir. Ayrıca Yaşar KEMAL’in birçok kitabında da örneklerine rastlanır.
İnsanların tecrübeye verdiği önemin azalması, bireyselleşmesiyle beraber sözlü anlatımın en aktif karakteri olan hikaye de yerini biçimsel özelliklerin ağır bastığı öyküye bırakmıştır.
Dünya edebiyatında hikayeciliğinin ilk yazılı örneği Boccacio’nun Decameron Hikayeleri Türk Hikayeciliğinde ise Ahmet Mithat Efendi’nin Letaif-i Rivayet’tir. Ahmet Mithat Efendi’den sonra bu alanda eserler vermiş olan Küçük Şeyler hikayesinin yazarı Sami Paşazade Sezai’nin Türk hikayeciliğindeki yeri önemlidir. Özellikle Pandomim hikayesinde derin ruhsal analizlerin ve incelikli söz sanatının örnekleri görülür.
Türk edebiyatı hikayenin ilk yazılı örneklerinden sonra Sait Faik’e kadar yerini toplumu eğitmeye yönelen hikayecilere bırakmıştır. Sait Faik Abasıyanık’ın özellikle Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabından sonra 1950 kuşağı diye adlandırılan -Ferit EDGÜ, Demir ÖZLÜ, Orhan DURU, Leyla ERBİL, Erdal ÖZ, Yusuf ATILGAN, Onat KUTLAR, Erdal ÖZ, Adnan ÖZYALÇINER gibi- hikayecilerin yenilikçi görüşleriyle beraber Türk hikayeciliği de bir devrim yaşamıştır. Sait Faik’in bu hikayeciler üzerinde büyük etkisi olmasıyla beraber bu değişimi sadece ona bağlamak da yetersiz kalacaktır. Sait Faik’in yanında öncelikle Vüsat O.BENER, Feyyaz Kayacan ve ilk kadın hikayecimiz Nezihe MERİÇ’in de derin etkileri vardır.
Bu hikayecilerin yetişmesinde ve Türkiye’deki sanat ortamının gelişmesinde sosyal ve kültür etkilerinde büyük payı vardır. Ülkede artan karayolu ulaşımı ile beraber yazılı eser dağıtılan yerlerin artması, okuma yazma oranının yükselmesi, dışa açılmayla beraber dış ülkelerle kültürel etkileşimler.. Gelişimdeki en büyük pay ise o dönemde Adalet CİMCOZ tarafından açılan Maya Sanat Galerisi ve Memduh Şevket ESENDAL’ın desteğiyle açılan –sadece hikayeden oluşur- Seçilmiş Hikayeler dergisi, Atilla İLHAN’ın öncülüğünü ettiği Mavi Dergisi ve dönemin diğer edebiyat dergilerinindir.
Maya Sanat Galerisi’nde dönemin ressamları, karikatüristleri, hikayecileri, heykeltraşları ve diğer sanatçıları bir araya gelerek sanat üzerine görüş alışverişinde bulunurlar. Yeni görüşleri savunan hikayeciler kendilerine yöneltilen ithamlara dergiler üzerinden cevap yazıları yazarlar. Elbette dönemin sanat ortamını sadece bu mekanlarla sınırlamak yanlıştır. Sanat her yerdedir. Edebiyat matineleri, ev toplantıları, Beyoğlu’nun meyhaneleri..
Bu sanat ortamından bahsederken 1940 kuşağı diye adlandırılan –Nazım HİKMET, Rıfat ILGAZ, Sait Faik ABASIYANIK, Orhan VELİ, Abidin DİNO, Bedri Rahmi Eyüpoğlu gibi- sanat kuşağının da payının vermezsek haksızlık etmiş oluruz. Bu sanatçıların vermiş oldukları yapıtlar yanında bu dönemde de şiddetli sanat tartışmaları yaşanmıştır. Sanat ortamları –Küllük, Devügasyon, Sanat Dergileri, ev toplantıları- yaratılmıştır. Abidin DİNO’nun ressam , Bedri Rahmi EYÜPOĞLU’nun heykeltraş olduğu göz önünde bulundurulduğunda sanat dalları arasındaki etkileşim daha iyi anlaşılacaktır. Bu dönemde de özellikle Orhan VELİ ve Sait Faik’e dönemin klasik anlayıştaki sanatçıları tarafından derin eleştirilerde bulunulmuştur. Yine 1940 sanat ortamından çıkıp 1950’li yılların başında eserler veren Feyyaz KAYACAN milli olmamakla, Vüsat O.BENER kapalılık ve anlaşılmazlıkla eleştirilmiştir.
1950 kuşağıyla beraber gelişen İkinci Yeni şiir akımının öncüsü Cemal Süreya’nın Garip Akımı’na karşı çıkmıştık ama Orhan Veli’den ne de çok beslenmişiz, Ferit EDGÜ’nün hepimiz Sait Faik’ten geliyoruz sözü hafızalardadır. Ayrıca Türk Edebiyatı’nın Aylak Adam ve Anayurt Oteli gibi derin psikoljik eserler veren sanatçısı Yusuf ATILGAN’da Vüsat O.BENER’in, Orhan DURU da Feyyaz KAYACAN’ın izleri görülmektedir.
Yenilikçi 1950 kuşağının hikayecilerinde değişim sadece anlayış yönünden olmamış bu anlayış sanat eserlerine de konu ve biçim olarak yansımıştır. Bu dönem hikayecilerine kadar daha cok işlenen konular toplumsal gerçekçi ve dışsal konulardır. Bu dönem edebiyatçıları tarafından – varoluşçu felsefenin de etkisiyle – bireysel bunalımlara yönelmiştir. Anlamsızlık ve hiçlik, kentin sokaklarında bunalımlı kişiler, huzursuzluk, saldırganlık ve öldürme isteği, intihar, cinsellik, gerçeküstü ve absürd... Önceden daha çok anlatmaya dayanan biçim anlayışı da yeni konularla beraber kabuk değiştirmiştir. Modern anlatım tekniklerinden bilinç akışı tekniği çokça başvurulan bir teknik olmuştur. Bununla beraber cümle yapıları değişmiş yerini kesintili yarım cümleler almıştır. Ayrıca hikayelerin klasik düz akan zaman anlayışı değişmiş yerini tüm zamanların içiçe geçtiği akışa bırakmıştır.
Şu an dünya edebiyatında hikaye ve şiir alanında saygın bir yere sahipsek zamanında boyun eğmeyen 1940 ve 1950 dönemi sanatçılarına ve onların yenilikçi anlayışına çok şey borçluyuz. Bu dönemde yaşayıp şu an hayatta olmayanların ruhu şad olsun, yaşayanlara ise Allah uzun ömürler versin, daha onlardan öğreneceğimiz çok şey var.
İncelememi bitirmeden bir de büyük sitemim olacak. Bu eseri okuduktan sonra bu sanatçıların eserlerini okumak istedim ama maalesef bir çoğunun eserlerinin basımının olmadığını gördüm. Özellikle Feyyaz Kayacan gibi büyük bir ustanın eserini basmamak en iyimser olarak bu ustaya ve Türk edebiyatına saygısızlıktır. Yayınevleri elbette kar etmek için kurulmuşlardır ama bu onların bu konuda popülerist yaklaşacakları anlamına gelmez. Nasıl yeni yazarların ve okurların sorumlulukları varsa yayınevlerininde en az onlar kadar sorumluluğu vardır. Bu sorumsuzluklarını tarih affetmeyecektir.
Bize bu eşsiz edebiyat zevklerini tattıran ustalara en derin saygı ve en içten sevgilerimle.
Herkese keyifli okumalar dilerim.