"Bir şey biz ona güzelliği atfettiğimiz için mi güzeldir? Büyük düşünürlerin dünyaları aydınlatanın parlak güneş mi, yoksa güneşle ilişki nedeniyle insan gözü mü olduğu sorusuyla güreştiklerini biliyoruz."
Jung'u okumaya nereden başlamalıyım diyenlere biçilmiş kaftan olan bu kitap, Carl G. Jung'un 1933'te yayınlanmış olan 'Arkaik İnsan' isimli makalesiyle başlıyor. Bu makalede çağının en büyük psikiyatristlerinden biri olan Jung'u, ilkel insanın dünyaya bakış açısını incelerken görüyoruz, hatta bizi de bu yolculuğa eşlik eder gibi hissettiriyor, bir boa yılanı görüp kaçan bir yerlinin arkasına takılıyoruz onunla birlikte. Jung, birçok şeyin sebebi konusunda çok farklı görüşlerde olan ilkel insanla biz uygar insanlar arasındaki benzerlik ve farklılıkları ortaya koyuyor. Örneğin bizim için yaşlı bir insanın yaşlılıktan ölmesi gayet normalken onlara göre insanı öldüren büyü ya da kötü bir ruhtur. Çünkü birisi 75 yaşında ölüyorsa öteki neden ölmüyor gibi bir mantık yürütmeleri var.
Başka bir örnekte ise Jung yerlilere birkaç soru sorduktan sonra onların bu sorgulama sürecinden inanılmaz yorulduklarını, onlara bunun çok zor geldiğini gözlemliyor. Oysa aynı yerli hiç durmadan yetmiş beş mil (120km) koşabiliyordu! Buradan da şu sonuca varıyor;
"Eğer biz de bizi ilgilendirmeyen konulara dikkatimizi yoğunlaştırmaya uğraşırsak, ne kadar kısa sürede odaklanma gücümüzün azaldığını görebiliriz. Onlar gibi, biz de duygusal dip akıntılarımıza bağımlıyız."
Bu ve bunun gibi bir sürü tespitin yer aldığı 'İlkel insan' makalesini meraklılarına kesinlikle öneririm.
Diğer bir bölümse ise Modern toplumdaki bireyin acınası durumundan bahsediyor. (Daha modernizm deyince akla gelen Baumann'ın portakalda vitamin olduğu zamanlar :) )
Din'in kitle insanının durumunda bir sığınak olduğundan bahsediyor ve kısaca kitle insanının elinden Tanrısını aldığınızda ona yeni Tanrılar vermek zorundasınızdır diyor. Bu çıkarımı yapmasındaki sebebin ise, dini inancın zihinsel dengeyi muhafaza ettiğini düşünmesinden dolayı olduğunu sanıyorum. Gerçekten de dini inanç, kitle insanının öte dünyayı düşleyerek bu dünyada yaşayamadığı hayatın, ötedünyaya atfedilerek modern dünyanın girdabında artık bir fabrikadaki bir robotun metal parçası değerinde olmasına rağmen hâlâ akıl sağlığını koruyabilmesine olanak sağlayan en büyük etkendir. Ama Jung'un aksine dini dogma ve doktrinlerin, insanlığın çocukluk döneminde kalması gerektiğini, bu kavramları aşmadığımız sürece de yerimizde sayacağımızı söyleyen Freud'un bu konuda haklı olduğunu düşünüyorum. Bu cümleden Jung'un dindar biri olduğu çıkarılmamalı. Kendisi bir protestan olarak doğduama gençliğinde dinden iyice uzaklaşmıştı. Daha sonraları dışarıdaki Tanrıyı bir kenara atıp kendi psişe kuramının göbeğine 'kendi içindeki Tanrıyı' koymuştur. Yaşlılığında(1959) yapılmış bir röportajda inancı sorulduğunda, "Cevap vermesi güç. Tanrının varolduğunu biliyorum, inanmaya ihtiyacım yok." demiştir. Bunu Vahdet-i Vücut inancına benzetmekle birlikte aslında Tanrıya inanmadığını kendisine itiraf edemediğinden dolayı içsel deneyimde bunu aradığı kanaatindeyim. Din bahsini daha fazla uzatmayalım, sözde incelemeyi kısa tutacaktık. :)
Diğer başlıklarda ise genel olarak kötülüğün kökenine dair sorgulamalar eşliğinde giderken, aslında komşumuzda nefret ettiğimizin kendi bastırmak istediğimiz taraflarımız olduğunu ortaya koyuyor. Kendini tanımak bölümünde, insani ilişkilerin karşılıklı güvene ve kendi kusurlarını kabul etmeye dayandığını söylüyor.
Sait Faik "Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey." deyip bu konuya noktayı koyuyor. Çünkü,
"Sevginin bittiği yerde, güç savaşları, şiddet ve terör başlar."
Buraya kadar okuyanlara teşekkür eder, iyi okumalar dilerim.
Not:Yaptığım bütün isimsiz alıntılar bu kitaptandır.