Gönderi

480 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
31 günde okudu
Tuhaflık bulaşıcı mı, yoksa şehrin genlerinde mi var?
Yeni yılın kendi adıma ilk kitap incelemesi, geçen yıl okuduğum kitaplar içerisinde beni en çok sarsan, en çok etkileyen, hüzünlendiren, tebessüm ettiren, sorgulatan, çeşitli duygular arasında oradan oraya sürükleyen bu ‘tuhaf’ kitaba kısmetmiş… Lise yıllarından beri, çeşitli zamanlarda kitaplarıyla hayatıma girmiş bir yazar Orhan Pamuk… Bazen büyük bir hayranlıkla bazen de hayal kırıklıkları ile ayrıldım bu buluşmalardan. Bu 8. buluşma ise açık söylemek gerekirse, benim için oldukça özel ve keyifli geçti… Pek çok kitabının ilk baskısına sahip bir okuru olarak, -ki çıktığı gün alıp bitirdiğim kitapları olmuştur, bu kitabı okumak için neden 5 yıl bekledim bilmiyorum… Yeri gelmişken, birkaç ay önce bir Orhan Pamuk etkinliği başlatan (muhtemelen bitmiştir etkinlik) ve bu kitabı okumama vesile olan sevgili
NigRa
NigRa
’ya da en içten teşekkürlerimi gönderiyorum… Yılın ilk kitap incelemesi dediğime bakmayın siz… Yaklaşık 470 sayfa süren bu yolculuğa bir inceleme yazmaya kalksam en az bir 70 sayfa da bana gerekirdi derdimi tam olarak ifade edebilmek için… O yüzden sıcağı sıcağına dilim döndüğünce paylaşmak istedim kitaptan bana kalan tuhaflıkları:) ----------------------- Gündüz yoğurtçuluk gece de bozacılık yapan bir babanın peşinden 60’lı yılların sonunda, kendini ‘taşı toprağı altın’ İstanbul’da bulan Mevlut’un hayatının 40 yıllık bir kesitine tanık oluyoruz… ‘Herkesin hayatı roman olabilir, yeter ki düzgün yazacak biri olsun’ tezini kanıtlarcasına, sıradan bir bozacının sıradan hayatı, Nobel’li bir yazarın elinde modern bir destana dönüşüveriyor… Kitapta ilk dikkatimi çeken şey, Mevlut ile Orhan Pamuk arasındaki tezatlık oldu… Öyle ki, Pamuk İstanbul’un köklü bir ailesinde, her dönemin ‘elit’ semti Nişantaşı’nda dünyaya gelen, bu elit çevrede iyi bir eğitim alarak yetişen, din ile arasına mesafe koymuş, hayatı boyunca bir gün dahi geçim sıkıntısı yaşamamış, dünya çapında tanınan başarılı bir yazar… Mevlut ise Anadolu’nun bir köyünde dünyaya gelip, okuma yazma bilmeyen babasının ardından para kazanmak için İstanbul’a göç eden, sadece köpeklerin yaşadığı çıplak tepelerde yeni kurulmaya başlayan bir gecekondu mahallesinde toprak tabanlı tek göz bir evde, derme çatma okullarda yetişen, oldukça muhafazakar, hayatı boyunca karnını doyurmak için gece gündüz hiç durmadan çalışan, küçücük bir çevrenin içinde hiçbir başarı hikayesi olmayan sıradan bir sokak satıcısı… Bu konuda çok daha fazla tezatlık örneği sıralayabilirim ama demek istediğimi anlatabilmek için bu kadarının yeterli olacağını düşünüyorum. Ben bu aşırı tezatlığı Orhan Pamuk’un edebiyat dünyasına sunduğu bir challenge/meydan okuma olarak görüyorum. Eğer böyleyse de hakkını sonuna kadar teslim ediyorum. Çünkü kitabın sonuna geldiğinizde tüm bu hayatı, bu hayata ait detayları, bu hayatın insanlarını, bu insanların dertlerini, mutluluklarını, aşklarını bu kadar gerçekçi ve detay atlamadan anlatabilmek için en azından bu hayata benzer bir hayat yaşamış olmak gerekir diye düşünüyorsunuz… Pamuk’a, hiç bilmediği sulara bu denli cesurca girebildiği ve taksiyle içinden geçerken dahi şöyle bir dönüp bakmadığımız ‘İstanbul’un karanlık yakası’nı okurlarına ev ev, sokak sokak gezdirip idrakimizde bir farkındalık yarattığı için ayrıca teşekkür etmek gerekiyor sanırım… ------------------------ Kafamda Bir Tuhaflık’ı Türk edebiyatının sıra dışı romanlarından biri haline getiren pek çok neden saymak mümkün… Tüm bu nedenleri tek tek yazma imkanı olmadığı için şöyle bir özet yapabilirim belki; her şeyden önce bu kitabı düz bir roman gibi değil de, Türkiye’nin yakın tarihini kurgusal bir dille anlatan, sosyoloji, psikoloji, din, siyaset, ekonomi, kültür ve gelenek, sınıfsallaşma, devlet-toplum ilişkisi, aşk ve kadercilik gibi pek çok konu ve başlığın alanına hitap eden zengin bir metin gibi okumak gerekiyor… İsterseniz, ‘çıplak tepelerdeki çamurlu arazilerin birileri tarafından çevrilmesiyle ortaya çıkan gecekondular, 40 sene içerisinde nasıl plaza ve kulelere dönüştü’ sorusunun cevabını arayabilir ya da İstanbul’un taşındaki toprağındaki altının hangi koşullarda, hangi süreçlerden geçerek, hangi oranlarda kimlerin cebine girdiği sorunsalının izini sürebilirsiniz… Kitabın farklı yollardan dolaşarak sürekli ön plana çıkardığı merkez konularından bir tanesi de insanların düşünceleriyle dile getirdikleri arasındaki uyumsuzluk olarak karşımıza çıkıyor. Mevlut, günlük yaşamda ‘şahsi görüş ile resmi görüş’ arasında sık sık bocalarken manevi dünyada bu durum ‘dilin niyeti ile kalbin niyeti’ olarak farklı bir terminolojide karşılığını buluyor… Bunun başka bir versiyonuna Mevlana Celaleddin Rumi’ye ait olduğu rivayet edilen ‘Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol’ sözünde de rastlamak mümkün… Aslında tüm yollar aynı kapıya çıkıyor… İnsanın söylemek istedikleriyle söyledikleri, yapmak istedikleriyle yaptıkları, olmak istedikleriyle oldukları arasındaki mesafe, onun bu hayattaki konumunu da ortaya koyuyor bir anlamda… Aradaki mesafe açıldıkça insanın özgüveni azalıyor, huzursuzluğu artıyor… Pek çoğumuzun içten içe yaşadığı gizli depresyonların altında da aslında bu ikiliğin, bu çift başlılığın serencamı yatıyor… İnsanın kendini araması, kendine gelmesi, ve nihayetinde kendini bulması, işte bu yaşam yolculuğunda uzayan mesafeleri kapatabilme başarısıyla mümkün oluyor ancak… Mevlut’un kafasındaki tuhaflığın kaynağını araken bir okur olarak biraz da bu sularda yüzmek gerekiyor… Çünkü o tuhaflık aslında sadece Mevlut’un kafasında varolan, sadece onun tarafından hissedilen bir tuhaflık değil. O tuhaflık, her birimizin iç dünyasının bir köşesinde saklıyor kendini… Hayatımızın belli dönemlerinde ortaya çıktığında ise sorgulamaya başlıyoruz kendimizi, hayatımızı, hayatımızın ne kadarının kendimize ait olduğunu… Ve bu noktaya geldiğimizde Orhan Pamuk bir kelime atıveriyor önümüze… KISMET… Öyle sihirli bir kelime ki bu, yeri geldiğinde tüm hayatınızı tek başına bu kelimenin sırtına yükleyip, yanına ikinci bir kelime dahi koymadan yolunuza devam edebilirsiniz… Belki hiçbir soruya cevap vermez ama her sorunun da cevabı olabilecek kadar güçlüdür… Eğer dilinizin niyetiyle kalbinizin niyetini bir türlü denkleştirememiş, olmayı hayal ettikleriniz bir türlü kapınızı çalmamış, tüm bu karmaşık denklemden size kalanlar bir tuhaflığa dönüşmeye başlamışsa, kimbilir belki de ‘kısmet’ anahtarını takıp kilidi açmaktır tek çıkar yolunuz… Yavaş yavaş toparlamam gerektiğinin farkındayım :) Ancak başta da dedim ya, bu kitap benim için zihnimde birkaç ışık daha yakan, bazı silik düşüncelerime bir anlam veren, kendi hayatımı sorgularken transit geçtiğim bazı duraklara tekrar dönmemi sağlayan etkili bir kitaptı… O yüzden ben yazdıkça zihnimde yenileri beliren kelime yığınlarını tutmakta zorlanıyorum açıkçası:) Kitabın zengin kurgusu neden oluyor biraz da bu duruma… İstanbul’un yakın göç tarihi, detaylı bir şekilde işlenen konuların başında geliyor… Kitabı bitirdiğimde bu olaya kendi penceremden baktığımda bazı gerçeklerle yüzleştim. Neydi bu gerçekler? Öncelikle, kendi hayatımın da bu göç tarihinin bir parçası, bir uzantısı olduğunu net bir şekilde kabul ettim. Neticede ben de 20 sene önce kalkıp göç ettim bu şehre… Evet, belki benim göç etme nedenim daha fiyakalıydı Mevlut’ten… Çünkü ben üniversite okumak için geldim bu şehre! Bugüne kadar da kimse çıkıp ‘ulan ne farkı var, aynı bokun laciverti işte’ demedi… Böyle böyle idare ettik birbirimizi 20 yıl boyunca… Ancak 20 yılın sonunda fark ettim ki, buraya üniversite okumaya gelen adam, nohut-pilav satmaya gelen adamdan daha fazla İstanbullu olmuyor! Ama bir plazanın bilmem kaçıncı katında, ama bir gecekondu mahallesinde… Kimi beyaz yakalı, kimi önlüklü, kimi kendi arabasında, kimi metrobüs koltuğunda… Kimi prömiyerde galada, kimi halk gününde belediye meydanında… Neticede yolu dışarıdan bu şehre düşen her birimiz buğday rengi bir ekmeğin peşinde bir araya gelip İstanbul olmadık mı? Bir esnaf lokantası açan adam, marketten aldığı ucuz fasülyeyi Çayeli fasülyesi diye yedirdi, benim gibi bir gazeteci de incir çekirdeğini doldurmayacak şeyleri dünyanın en önemli olayıymış gibi allayıp pullayıp okura sundu… Lokantacının yaptığına namussuzluk, benim yaptığıma ise kapitalizm dedik… Kartlar böyle dağıtılsa da oyun öyle oynanmıyor sevgili kitap dostlarım… Plazanın 35. katıyla sokaktaki bozacıyı hizaya getiren göremediğimiz bir denge var aslında… Plazadaki adamı 35 kat aşağı çeken, sokaktaki bozacıyı 35 kat yükselten tuhaf bir denge… Sokaklarımız, arabalarımız, yaşadığımız evler, sosyalleşme mekanlarımız, çocuklarımızın oynadığı parklar, süpermarkette uğradığımız reyonlar birbirinden farklı olsa da; yolda karşılaşınca birbirimize selam verecek kadar yakın, geldiğimiz yeri bilecek, neden burada olduğumuzu anlayacak kadar sırdaşız aslında… Nihayetinde, Kimseye yar olmayan İstanbul’un platonik aşıklarıyız biz… Hepinize keyifli okumalar dilerim… PS: Kitap boyunca 10-12 litre kadar boza bitirdim:) O bozalı seanslardan bir kare; i.hizliresim.com/v65Q3O.jpg Kitabı okumayı düşünen arkadaşlar hazırlıklarını önceden yapsın…
Kafamda Bir Tuhaflık
Kafamda Bir TuhaflıkOrhan Pamuk · Yapı Kredi Yayınları · 201913,6bin okunma
··1 alıntı·
1 artı 1'leme
·
2.817 görüntüleme
Nilüfer okurunun profil resmi
Necip Bey, elinize yüreğinize sağlık. Artık OP okumalıyım geç kalmışım hissini uyandırdı incelemeniz. Nedense ona bir türlü öncelik vermiyorum. Sizden inceleme görmek çok güzel. Yeni yıl güzel başlasın...
Necip G. okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim... OP için bence geç kalmadınız. Hatta ben çok erken başladığım için bazı kitaplarını fırsat buldukça yeniden okumayı planlıyorum. Güzel düşünceleriniz için ayrıca teşekkürler. Güzel bir yıl geçirmek dileğiyle...
Osman Y. okurunun profil resmi
Necip hoşgeldin özlemişiz :) 3 ay olmuş yazmayalı çok güzel geri dönüş oldu diğer arkadaşların da dediği gibi. Ayrıca yorumlara bakınca nasıl da her görüşten insanı yorumlarda buluşturduğunun da farkındasın mutlaka, senin misyonun bu zaten diyebiliriz :) OP okumaya başladım Beyaz Kale ile devamını getirmek istiyorum, bu arada bana bir Masumiyet Müzesi hediye sözün vardı hatırlatayım fazla var demiştin elimde :) Teşekkürler tekrar emeklerin kattıkların için eksik olma :)
Necip G. okurunun profil resmi
Çok teşekkürler sevgili dostum. 3 ay bana çok daha uzun geldi:) Umarım daha sık buluşuruz bundan sonra... Görüşü ne olursa olsun derdini sevgi ve saygı çerçevesinde anlatan her okur dostumun başımın üzerinde yeri var. Ben de bu farklı görüşlerden çok şey öğreniyorum. Allah muhabbetimizi arttırsın diyelim:) Beyaz Kale, bildiğimiz OP tarzına en uzak kitap diyebilirim. Kendi içinde güzel bir kitaptır ama OP’yi tanımak için asla yeterli değildir. Evdeki iki adet Masumiyet Müzesi’nden birini eşim 4-5 yıl önce bir arkadaşına hediye etmiş. ( Dünyadan haberim yok:) Ancak hiç sorun değil, söz ağızdan çıktı bir kez, o kitap benden sana hediye gelecek. Buluşmaya gelemesem dahi bir şekilde ulaştırırım sana. Hatta belki biz ayrıca buluşuruz bi ara... Her zamanki nezaketin ve güzel düşüncelerin için çok teşekkür ederim Osman. Selam ve sevgilerimle...
2 sonraki yanıtı göster
İlknur Demir okurunun profil resmi
Yeni yıla oldukça kaliteli bir başlangıç olmuş site adına. Umarım hep böyle devam eder. Kaleminize sağlık. İyi okumalar
Necip G. okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim İlknur hanım. Bu yıl okuma ve yazma anlamında umarım hepimiz için verimli ve üretken bir yıl olur. Size de keyifli okumalar...
1 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
müphem okurunun profil resmi
Ne yazsak, ne konuşsak az bu kitap için... Ruhu katman katman açıyor bu kitap.
Necip G. okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, kesinlikle katılıyorum size. Okuru çok farklı yerlerden yakalamayı başaran bir kitap. Bize kalan, içinden topladığımız bir demet izlenimi kağıda dökmek oluyor sadece...
Lightmorelight okurunun profil resmi
Sayenizde anladığım kadarı ile Tr tarihinin en büyük sosyal hareketini bir roman olarak ele alıp çok güzel şekilde izah etmiş Pamuk. Çalışma ve kabiliyeti bir araya getirmiş bir yazar. Belki bir gün kısmet olur okumak :). Teşekkürler. Elinize sağlık.
Necip G. okurunun profil resmi
Çok teşekkürler öncelikke. Çalışkanlık ve yetenek vurgunuz önemli bence de. Kendi hayatına tamamen zıt bir hayatı başarıyla kurgulamak için ikisi de gerekiyor. Bence OP net bir şekilde başarmış bunu. Keyifli okumalar dilerim. Selam ve sevgiler...
zeyneb okurunun profil resmi
Uzun zamandır okuduğum en iyi incelemelerden. Özlemişiz incelemelerinizi Necip abi. Iyi ki yazmışsınız. Orhan Pamuk zaten okumak istediğim ve romanlarının birbiriyle bağlantılı olduğunu öğrendiğimden beri de belirli bir düzene göre okumak istediğim için sürekli ertelediğim bir yazar. Üzerinde durduğunuz noktalar epey merak uyandırıcı. Ammaaa boza dediniz ya benim orada aklım gitti, gözlerimden kalpçikler fışkırdı âdeta 😄 daha da merak ettim kitabı. Diğer romanlarına gönderme var mı bu romanında (karakter yada mekan olarak) yoksa bağımsız mı onu öğrenmek isterim sizden. Emeğinize, zihninize sağlık. Bozalar da afiyet olsun ya hu:)))
Necip G. okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim Zeynep bu samimi yorumun için:) Orhan Pamuk’un kitapları arasında tam bir bağlantı demesek de bazı göndermeler olduğu doğrudur. Bu kitap için de geçerli bu durum. Örneğin Kara Kitap’ın meşhur karakteri gazeteci Celal Salik bu kitapta da yer yer karşımıza çıkıyor. Ancak Kara Kitap’ı bilmeyenler için herhangi bir kayıp yok:) Dediğim gibi sadece bir gönderme yapıyor aslında Pamuk. Boza konusuna gelince, kitabın başından sonuna kadar baş karakterlerden biri olma özelliğini asla yitirmiyor:)) Ve okuyanda bol bol boza tüketme isteği uyandırıyor:) Tekrar teşekkür ederim. Selam ve sevgilerimle...
Yeşim okurunun profil resmi
Necip Bey,
Masumiyet Müzesi
Masumiyet Müzesi
kitabını okumadınız mı? Llistenizde göremedim. Keşke onu da okuyup, müzeyi görüp yorumlasanız. Çok güzel bir inceleme olmuş. Zor tuttum kendimi kitabın son cümlesini yazmamak için. İçime kazındı o cümle çünkü. Kaleminiz daim olsun. Elinize sağlık.
Necip G. okurunun profil resmi
Yeşim hanım çok teşekkür ederim. Masumiyet Müzesini piyasaya çıktığı gün aldım ama yarım bıraktım maalesef... O dönem bir türlü kitabın içine giremedim veya kendime ait birşey bulamadım. Müzeyi gezme fırsatım da olmadı. Belki kitabı tekrar okurum diye erteledim sürekli. İleride belki birkez daha denerim en baştan... Tekrar teşekkür eder, keyifli okumalar dilerim...
Burhan Yalçın okurunun profil resmi
Bende kitabın sonuna doğru geliyorum. İncelemenizi görünce tüm ayrıntıları ile birlikte kitabı bu kadar güzel anlatan bir açıklamada daha olmadığını gördüm gerçekten.
Necip G. okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Burhan bey. O kadar güçlü bir hikaye ki, ne kadar zorlarsak zorlayalım sadece bir kesit sunabiliyoruz. Ben de aklımda kalanları dağılmadan toparlamaya gayret ettim. Beğenmenize çok sevindim. Keyifli okumalar dilerim...
1 sonraki yanıtı göster
Gamze Ö. okurunun profil resmi
Elinize sağlık, incelemenizi okurken ben de kendi kişisel tarihime, İstanbul'uma yolculuk yaptım. İstanbul'un platonik aşığıyız, bu konuda kesinlikle katılıyorum size. Ama VEFAsız aşıklarız. Doğma büyüme İstanbulluyum demek kolay, 4 sene ayrı kalınca 'İstanbul benim' diye şiir yazmak da kolay. İş aşkına sahip çıkmakta. Birileri kirletirken, şeklini şemalini bozarken sesin çıkmıyorsa öyle aşktan ne olur? Teşekkürler, kitaba bir ilgim oluştu aniden bu güzel inceleme sayesinde.
Necip G. okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim Gamze hanım... O kadar büyük ve kalabalık bir şehir ki, artık İstanbullu olan kim, kimler şehrin şemalini bozuyor, kimler bu duruma sessiz kalıyor ve bu tepkisizlik aslında bir vefasızlık mı inanın ben de tam olarak çıkamıyorum içinden. Herkes, her şey birbirinin içine girmiş, iyiyle kötü, şehri koruyanla şehri yok eden ayırt edilemez olmuş... Kitap biraz da bu geçişkenliği, yeni ve eski arasındaki bu grift kaynaşmayı anlatıyor kronolojik bir dille... Katkınız için tekrar teşekkür ederim... Sağlıcakla kalın...
27 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.