Gönderi

İzlediğim bir filmin, okuduğum her kitabın ana kahramanısın sen. Neden bu kadar ağladığımı hep sorarlar da cevap alamazlar benden. Her kahraman bir yolculuğa çıkartır beni. Filmin ya da kitabın sonunda ayrılık mı, vuslat mı olduğunu merak eder dururum. Saçma gelecektir herkese… Gelsin… Aklı ermeyen çocuklara ‘’Hasret mi, vuslat mı?’’ diye sorarım. Henüz bu iki kelimenin anlamını bile bilmeyen minikler cevap verirler bana. İki kelime! İki farklı renk gibi… Ne kadar çok vuslat derse çocuklar günüm masmavi geçer… Bulutların üstünde. Ve ne kadar duyarsam hasret lafını kopkoyu bir kahverengine döner gün… Toprak rengine… O günüm ölüm gibi geçer! Oysa bilirim bizim yolumuzun sonu da başı gibi hasret kokar. Toprak kokar. Ölüm kokar. Bu fakirin avuntusu da bu işte. Gönül bilse de ‘’Kader’’ denilen yazgıda virgül dahi değişmeyeceğini, kulak yine de ‘’Vuslatı’’ duymak istiyor. Ah sevgili… Hasretin nede zehirli! Kırk yamayı öğreneli bildim hayatın gerçeğini. Bildim geçmişin geçip gitmediğini. Yüreğime de vurdum kırk tane yama! Yılma dedim sonra… Sevmekten yoruldun belki ama yılma! Düşündüm de seninle bir fincan kahve içmemişiz. Kahvenin tadını bile bilmiyordum sen gittiğinde… Yıllar ki öğreten oldu yalnızlıkla kahvenin alakadar olduğunu. Meğer bir sürü çeşidi çıkmasına rağmen bir kişilikmiş tüm kahveler. Varlığını mı yaşıyordum acaba arka arkaya içmeyi huy edindiğim iki fincan sek kahvemde. Çocukluğumu götürdün giderken… Hayallerimi… Bilyelerimi… Belki de bu yüzden büyümüyor bir yanım. Bu yüzden bıraktığın yaştayım. Bakma büyükler gibi kahve içtiğime… Kırk yama işlediğime… elif
··
5 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.