Gönderi

1808 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
9 günde okudu
“Halkların yaşamı birkaç kişinin yaşamına indirgenemez.”
Öncelikle sürpriz bozan bilgilerin olacağını baştan söylemekte fayda var. Yazacaklarımın da bütün duygularımı kapsamayacağını biliyorum. Çünkü hepsini yazıya dökemem. Kitaplarım elime ulaştı, iki cilt halinde sayfalarca kalın bir kitap, fakat hiç ürkmediğimi belirtmeliyim. Aslında bu beni her zaman mutlu ediyor. Dünya klasiklerinin orijinal tam metinlerini harika bir çeviriyle okuyabilmek son derece keyifli bir durum. İş Bankası Kültür Yayınları’nın klasikler dizisinin değerini bilmeliyiz. Daha kitabı elime aldığım anda herkesin malumu olan yoğun ve yabancı karakterlerle etrafım kuşatıldı. O zaman Peterburg denen şehrin sosyetesinin içinde buldum kendimi. Rus isimleri genelde Fransız isimlerine göre daha kolaydır fakat yine de kendilerine prens, kont, kontes diyen insanların ve sayısız askerin, generalin arasında kendimi soyağacı oluşturmak zorunda hissettim. Neyse ki birileri daha önce yapmış. Benim için son derece görkemli bir o kadar da trajedi dolu olan 19. yy’la giriyoruz. Bonapart bütün Avrupa’yı kasıp kavuruyor. Her sözlerinde Korsikalı diyerek nefret kustukları, hayran kaldıkları, korktukları Napolyon Rus aristokrasinin kısır konuşmalarının baş kahramanı ve neredeyse kitabın baş karakteri haline gelmiş. Fransız Devrimi’nin her yere aynı şekilde girmediğini görüyoruz. Napolyon kitleleri peşinde sürüklerken, Batı’dan Doğu’ya büyük kuvvetle girdiği sıralarda, kendisinden nefret eden Ruslarda nefret dışında başka duygular doğmasına sebep oluyor. Savaşın ağır, korkunç ve kayıplarla dolu yüzüyle karşılaşan halk (Tabii bu durumda halk demek daha doğru olur. Çünkü soylular, köylüler, tüccarlar, mujikler hepsi aynı fikirlerin içlerinde doğduğunun farkına varıyorlar) o yüzyıldan sonra bütün dünyayı iyi kötü pek çok duruma sürüklemiş yeni manevi duygularla tanışıyor. Vatanı korumak, ulus bilinci, Fransızlara karşı o topraklarda yaşan insanlar olarak savaşmak, soylu ya da değil, köylü ya da kentli herkesin aynı şey için silahlanması, Rus milliyetçiliğinin doğumuna şahit olmamız için gerekli koşulları yaratıyor. Yeni doğan her şeyde olduğu gibi henüz bebek bu fikirler sert ve keskin taraflarını henüz kazanmış değil. Dolayısıyla Tolstoy’un Rus Milliyetçiliği’nin doğuşuna ilişkin yazdığı iki kocaman cilt, Savaş ve Barış bize aslında millet ve vatan gibi konularda, fikirlerin yüceliği ve olgunluğundan çok insan hayatının değerinin önemini kavratıyor. Tarih, fikirleri, kişileri, olayları, kararları, savaşları ve barışları yüceltirken, Tolstoy her satırında “bütün bunları bir kenara bırakın insanların, halkların ölümü, savaşların zorunluluğu hangi yücelikle eş değer?” sorgulamasını yapıyor. Hatta Nikolay Rostov gibi o yücelikle savaşan genç ve toy delikanlılar bile neden öldüklerini neden öldürüldüklerini, kendisiyle aynı derecede korkan farklı bayrak altındaki gençleri gördüklerinde, bunu tarih olarak değil o an hayatlarına ve başka hayatlara mal olan korkunç olaylar zinciri olduğunun farkına varıyorlar. Aslında tarihi yanı olan, tarihi yasalara, tarihin anlatığı dönemden kendini soyutlamasına eleştiri niteliğindeki bu kitabı karakterler üzerinden değerlendirmek bana yetersiz geliyor. Ama yine elimdeki kitap edebi değeri ölçülemeyecek kadar fazla olan bir roman. Elbette karakterlere söyleyecek birkaç lafım olacaktır. Başlangıçta Tolstoy bana hangi karakteri sevip sevmemem konusunda dikte ediyormuş gibi geldi. Nataşa’dan kitaptaki herkesin aksine o kadar da hoşlanmadım ama inatla onu sevmem gerekiyor düşüncesi beni epey zorladı. Fakat daha sonra gereksiz bir zorunluk hissettiğimi Tolstoy’un böyle bir amacı olmadığı anladım. Prens Andrey her düşüncesine katılamasam da bir roman karakterinden beklediğim derinliği, gelişimi ve zenginliğiyle beni büyük ölçüde kendine hayran bıraksa da kendisine bir insan olarak hiç de iyi hisler beslemiyorum. Bencilliği ile beni ciddi anlamda rahatsız eden, kendi içinde fırtınalar ve karmaşa yaşan biri. Karısının ölümüyle birçok şeyden vazgeçti. Adeta yaşamaktan vazgeçti. Fakar hayat dolu karısı henüz yaşarken onda görüp hoşlanmadığı özellikler, çok da farklı bir şekle bürünmemiş şekilde Nataşa’da da vardı. Fakat Andrey beyciğimiz karısından tiksinirken Nataşa’da hayat buldu. Bunu yaparken de oğlu küçücük Nikoluşka’yı bir kere bile düşünmedi ‘onu dedesinden ayıramam’ gibi acımasız bir bahaneyle kendi mutluluğuna baktı. Bencil bir mutluluk ona yetiryordu. Bencilce bir ölüm de onu tatmin etmiş olacak ki geride bıraktıklarını hiç düşünmeden ölümle kucaklaşmak için heveslendi. Piyer dostum oldu. Hayatın içinden, sürekli deneyen kimi zaman başaran, çocuğu zaman başaramayan, değişen ve gelişen düşünceleriyle, vazgeçişleri, buhranı, esareti ve en sonunda sevgili Nikolenka’yı kendine hayran bırakan fikirleriyle uzun bir süre en sevdiğim arkadaşım oldu. Prenses Marya’nın fedakar ve yücelik dolu kişiliğinden yavaş yavaş sıyrılıp gerçek insanların duygularına bürünmesi, adanmış bir ruhtan, özgür bir ruha dönüşmesi beni fazlasıyla mutlu etti. Tek tek bütün karakterlere yer veremeyeceğimi düşünüyorum. Nikolay’ın griliğe bürünmesi ve Tolstoy’un onun üzerinde toprak sahipliği, tarım gibi konularla daha o zamandan Anna Kareninna’ya göz kırpması dikkatimden kaçmadı. Son olarak sevgili Nikolenka Bolkonsky’a büyüyen fikirleri için büyük sevgilerimi yolluyorum. Tarihin hangi “tesadüfü” içinde onu görecektik bunu da sürekli merak edeceğim.
Savaş ve Barış (2 Cilt Takım)
Savaş ve Barış (2 Cilt Takım)Lev Tolstoy · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201921,2bin okunma
·
13 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.