Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

484 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
1 saatte okudu
Kitabın yazarı Uno Harva Fin asıllı bir oryantalisttir ve bu kitapta bize sunduğu veriler Rus Çarlığı adına yaptığı araştırmalardır. Türk ve akraba halkların inanç dünyasını araştıran ilk araştırmacılardandır ve sonraki birçok kişi onun eserlerinden yararlanmıştır. Kitapta çok güzel ve geniş bilgiler vermesine rağmen yer yer bazı değerleri Türklere yakıştıramayıp farklı halklardan geçmiştir gibi bir yargıda bulunması benim de yer yer kitabın kenarlarına ufak küfürler yazmama sebep olmuştur. Kitabın girişinde bulunan Erol Cihangir'in tenkidi kitaba başlamadan önce muhakkak okunması gereken bir yazıdır. Çok haklı olarak Harva'yı önyargılılığından ve doğu medeniyetlerini anlamamasından dolayı eleştirir. Harva Türklerin kolektif belleğini değerlendirirken batılı gözlüğünü bırakamamaktadır. Batılı bilim insanları öteki olarak gördükleri halkları zaten hiçbir zaman tam manası ile objektif olarak değerlendirememektedirler, özellikle doğulu halkları. Bunu başarabilene henüz rastlamadım çünkü ötekini önyargısız değerlendirmek çok zordur. Joe Bousquet 'in " Yaralarım benden önce de vardı, ben onları somutlaştırmak için doğmuşum." sözleri tam da bu konu ile alakalıdır(benim yorumum). Henüz kitap hakkında bilgi vermeden bu bölümde detaya inmemin sebebi, ilerleyen bölümlerdeki pek çok inanışın birçok mitolojik eserde bulunabilir aynı anlatılar olması ve şu anda bahsettiğim konunun daha önem arz etmesidir. Bousquet'in sözlerinden belki farklı kişiler farklı anlamlar da çıkarabilirler ancak ben "kültür" bağlamında ele alıyorum. Kültür biz doğmadan önce içine doğacağımız toplum tarafından yaratılmıştır ve biz doğar doğmaz bu kültüre göre yetiştiriliriz; dil, yeme-içme, giyim, cinsiyet rolleri, din, öteki imgesi ve daha birçok kültürel unsur bizden önce oluşturulmuştur. Bizim yaşantımızı şekillendiren bu kolektif bellek, "öteki"yi objektif bir şekilde değerlendirmemizi engeller. Biz içine doğduğumuz kültürü tam anlamıyla eleştiremeyiz, "öteki" bize baktığı zaman bizim göremediklerimizi görür ancak o da kendi "yaraları" ile görür. Göğü Delen Adam adlı eserde "papalagi"nin yaşantısını eleştiren yerliler, aydınlığı ve objektifliği ile övünen pek çok megaloman bilim insanının dünyasını başına yıkmıştır. Bilim insanlarının ne kadar aydınlansalar da tam anlamıyla "yaralarından" kurtulamadıkları düşüncesindeyim. Harva da "yaralarının" farklında olmadığı için doğu medeniyetlerini küçümsemektedir. Harva da Türkleri ve doğu medeniyetlerini inanışlarından, yeryüzünü canlı olarak görmelerinden dolayı " geri medeniyet" olarak görmektedir. Doğayı katleden ve hayvanları gereksiz yere avlayıp nesillerini tüketen batı , 20. yüzyıldan sonra doğacı derneklerin kurulması ve protestolarla yeni yeni doğanın değerinin farkına varmaya başlamıştır. Oysa Türkler binlerce yıldır doğa temalı bir inanca sahiptirler. Harva ise doğa temalı inanca sahip Türkleri ara ara yerer, çoğu inanç ve uygulamada köken arayışına gidip delil sunamdan bazı değerleri Asya'da bulunan yerleşik hayata geçmiş medeniyetlere dayandırır. Birçok halkın yaşadığı coğrafyada kültür alışverişi kaçınılmazdır, Türk mitolojisindeki bir motif Çin mitolojisine de girebilir veya tam tersi de olabilir. Şamanizm ve Zerdüştlük inançlarındaki inanış ve pratiklerin İslam'da yer bulduklarını bilmekteyiz. Bu inanışların dinde yeri olmadığı vs. gibi cümleleri dile getirmek gereksiz bir çabadır, bu inanışların bireyler açısından işlevsellikleri vardır. Harva'nın çalışması Türk mitolojisinin kökeni üzerine bir çalışma olmaktan ziyade gözleme dayalı bir çalışmadır ancak alanında yapılmış en iyi çalışmalardan olduğunu da belirtmek gerekir. ALTAY PANTEONU Girişte yeryüzü tasavvurunu yönlere göre şekillendiğini, eski insanların dünya tasavvurlarının yaşayan atalarından aldıkları bilgiler ölçüsünde, yaşadıkları coğrafya sınırları çerçevesinde şekillendiklerini görmekteyiz. Yakutlar arasında dünyanın, yaşadıkları bölgedeki nehrin doğduğu yerden denize battığı yere kadar olan alandan ibaret olduğu inancı gözlemlenmiş. Türkler doğuyu önlerine, batıyı arkalarına alarak ilerlemektedirler. Diğer eserlerden de gördüğümüz gibi güneşi selamlamak için doğuya dönerler, kurban sunulurken de doğuya dönülür. Saçı sunulurken de dört ana yöne kımız, süt, rakı dökülür. Kurban olayı çok çeşitlilik gösterir ki bunlara birazdan geleceğiz. Türk ve akraba halkalrın yeryüzü tasavvurunda diğer pek çok halka görüldüğü gibi "axis mundi" inancı vardır ve bunlar genelde ağaç, dağ ve obaya dikilen büyük direklerdir. Gökteki kutup yıldızı, dağlar, ağaçlar, otağın tepesindeki şanırak veya tündük denen yer, yeri ve göğü birbirine bağlar. Ağaçlar ve dağlar gökyüzünü ayakta tutan kudretli canlılardır. Yeryüzünün göbek deliği olduğuna dair inanç da vardır ve burası da yeraltını bu bağlanan katmanlar arasına eklemektedir. Göğün direği, yerin direği / ekseni gibi adlandırmalar bu taşıyıcılara işaret etmektedir. Bazı Türk halklarında gökyüzü bizzat çadırdır, çadırın tavanıdır. Gökteki yıdızlar bu çadırda açılan deliklerdir ve en belirgin deliklerden olan Ülker takımyıldızı soğuk havanın en çok içeri girdiği deliktir, bunu gökte görünce çadırın delindiğini ve içeri soğuğun dolacağına inanmaktadırlar. Bu çok müthiş bir gözleme dayalı hadisedir, Ülker takımyıldızı gerçekten de havaların soğuduğu zamana yakın gökte belirir. Bu delikler aynı zamanda kuşlar geldikleri yerlerdir. Katmanlara dönecek olursa şamanlar ayinlerinde bu katmanlar arasındaki geçişlerini, tırmandıkları ağacın gövdelerine attıkları çentiklerle temsil ederler. Bölüm bölüm kitabı alatmak çok uzun süreceği için yazıyı akışına bırakıyorum burada. Diğer kitaplarda pek görmediğimiz bir motif olarak gökyüzünde bir süt denizi olduğu, sütü tanrıların çok sevdiği inancı vardır. Şamanlar bu sebeple ayinlerinde bol bol süt saçıları yaparlar. Göğün katlarının 7 veya 9 olduğu bazen daha fazla olduğu düşünülür. Aynı şekilde onun bir yansımasının da yeraltında olduğu düşünülür. Yeraltına Erlik gökyüzüne de Ülgen-Kayra hükmetmektedir. Kötülük yeraltından geldiği için Erlik Han'a yapılan kurbanlar daha gösterişli ve ciddidir, çünkü ondan korkulur. İyi tanrı Ülgen'den zarar gelmeyeceği için korkulmaz. Erlik bazı yaratılış mitlerinde de insana zarar veren, onu kirleten bir varlıktır. Örneğin birinde insan yaratılır, Erlik gelip onun cildini bozar ve hastalıklar bulaştırır. O zamana kadar dış yüzü olan insan teni Ülgen tarafından içe döndürülür ve o kötü görüntüler içte kalır, o günden bugüne kadar hastalıklar oluşmaya başlar ve bunlar Erlik yüzündendir. Bunlar diğer mitoloji kitaplarında da karşılaşılan mitler olduğu için ben burada geçen ilgi çekici uygulamalardan biraz örnek vereceğim. Mesela çocuğu olmayan ailelerde kadınlara uygulanan şaman tedavilerinden biri şöyledir. Şaman kadını otağın içine alır, otağın içi boydan boya birkaç yön boyunca gerilmiş at kıllarıyla doludur. Bu at kılları üzerine yıldızları, gezgenleri, güneşi temsilen nesneler konmuştur. Bu nesneler arasında büyük bir de kuş vardır. Kadın bunların altına sırtüstü yatar ve şaman ayine başlar. Şaman ayinin sonuna geldiğinde o kuş temsiline yaklaşıp kılı keser ve kuş kadının göbeğine düşer, ayin bu şekilde sona erer. Bana göre ve birçoğuna göre tiyatronun da temelini atan şamanlardır, burada bugün Anadolu'da da kuş, leylek, uçarak cennete gitme gibi motiflerin yansımasını görmekteyiz. Anadolu'da çocukları leyleklerin getirdiği yönünde inanç vardır ve bu Türksitan coğrafyasında da aynı şekildedir. Leylek zaten Umay Ana'nın don değiştirmiş halidir. Eski Türkler doğacak olan çocuğun bir kuş ruhuyla gelip kadının karnına girdiğine inanmaktaydılar, bu ayinde de bunun temsilini yani "tiyato" olarak sunuluşunu görmekteyiz. Tabi günümüzdeki insanalrın bakışı ile bu tiyatro olabilir ancak büyü ilkeleri ile ele aldığımızda o dönemdeki insanların mantığı ile "benzer benzeri yaratır". Hoşuma giden inanışlardan biri de "Ateş Tufanı" dır. Yani genelde su ve sel baskınıyla gelen tufan dile getirildiği için belki birbirlerinin varyantı olmakla birlikte bu farklı bir tufandır. Yeryüzünden ateşler püskürür ve her tarafı ateş denizi kaplar, ateşler su gibi akmaktadır, bir erkek ve bir kız kaza veya kartala binerek göklerde uçarlar ve en son buharlar vs. sona erkek bir kara parçasına inerler ve insan nesli devam eder. Şamanların ayinlerinde tanrılara ve ongunlara saçıda bulunmaları da çok çeşitli veriler sunmaktadır. Hem tanrılara hem doğa ruhlarına hem de ölen atalarına sunular yapmaktadırlar. Ölen atalar tamamen yok olup gitmemekte, yaşayan insanların hayatlarına etki etmeye devam etmektedirler. Bazı Türk halkalarındaki inanca göre ava çıkan insanlar atalarına bol bol saçı sunmalıdırlar çünkü avda avlayacakları hayvanın gölgesininin "öbür dünya"da da avlanması gerekmektedir, bunu yapacak kişiler de ölen atalarıdır. Öbür dünya dediğimiz yer cennete veya cehennem değildir, eski Türk inancına göre böyle bir ayrım yoktur. İnsanlar ölüm şekillerine göre bir yerlere giderler ve buralar genel olarak bugün Anadolu'da da yaşadığı şekilde "öbür dünya" olarak adlandırılırlar. Ölüm anında kişi yatakta yatıyorsa veya hasta yatağında yatıyorsa bu onun için çok rezil bir ölümdür, bu kişi Erlik Han'ın yanına yani yeraltına gider. Kişi savaşarak can verirse daha iyi bir "öbür dünya"ya gider. Bu sebeple günümüzde yatarak veya can çekişerek ölmektense savaşarak ölme motifi kitaplarda ve filmlerde geçmektedir, bu Türklerin kolektif bilinçlerinin ürünüdür. Savaşarak ölmeyen kişileri Erlik'in yardımcıları ele geçirirler ve hizmetkarları yaparlar. Ölen ataların temsilelri ağaç kabuklarına çizilerek veya ağaç olarak bizzat yontularak evlere asılır veya bir sunak köşesi yapılıp özellikle 7 ata orada sıralanır. Ava giderken, özel günlerde vs. bir şey yenirken veya içilirken önce bu ataların temsilleri üzerine "saçı" olarak serpilir. Saçı kansız kurbandır; rakı, kımız, süt, su kansız kurbandır. Öbür dünyadaki atalara saçı yapılmazsa av başarılı geçmez. Öbür dünya, bu dünyanın tam tersidir, burada olan her şeyin orada zıddı vardır. Burada gündüz iken orada gecedir, buradaki insanlardan farklı olarak oradakiler başaşağı yürürler. O dünyayı görme veya oradan haber alma nesneleri ayna ve sudur, öyle ki sudaki yansımalardan hareketle böyle bir inanç doğmuş olabilir. Yakın zamanda veya aynı günde bir kız ve bir erkek evladı ölen aileler bir kağıda bunların temsillerini ve yanlarına çeyiz temsilleri çizerek ateşte yakarlar ve bu iki kişiyi evlendirirler. Onlar öbür dünyada karı koca olmuştur, dünürler de bu dünyada sanki hiçbir fark yokmuş gibi akraba olurlar. Bebeği kundakta ölen anne memesini sıkarak sütünü etrafa saçmakta ve "anam jajuci" için demektedir. Bu jajuci çocuk yapma enerjisi veren bir tanrıçadır. Doğum yapan kadınlar göbek bağlarını bir beze sarıp saklar, bu ileriki doğumlarda ona yardım edecektir. Bir yakınları doğuruyorsa hemen komşudan bu bağları olan kadın çağrılır ona dokundurulur vs. yine yukarıda dediğimiz gibi benzer benzeri yaratır mantığıdır bu. Tanrı tarafından gönderilen kartalın yumurtasından çıkan ilk şamanın soyundan gelen insanlar farklı bir statüye sahiptirler, bunlara Merküt kabilesi denir. Sıradan insanların yapamayacağı şeyler vardır. Mesela yıldırım çarpması sonucu ölmüş bir hayvana kimse dokunamaz, sadece Merküt kabilesi mensupları bu hayvanın etini yiyebilir. Böyle bir ölü hayvanı gören kişiler yakınından bile geçmezler. Yeni ev kuranlar ateşe saçı yapmak zorundadılar, gelin de yeni geldiği evin ateşine saçı yapmak zorundadır. Erkek de bunu yapmak zorundadır ve ayrıca baba otağından getirdiği toprağı kendi otağı içerisine serper. Bu ateşe sunu yapılmazsa bereket kaçar, ateşe saçı sunulmadı diye otağı yanan aileler vardır. Ateşi bıçakla- kılıçla eşeleyen kişilerin çocuklarının tek gözü kör olur veya sakat olurlar. Gök gürültüsünden korkup etrafa süt saçma geleneği de oldukça yaygındır. bu işi ölen insanların gazabından korunmak için de yaparlar. Ölen kişinin rahat etmezse geri dönüp yaşayanlara sıkıntı çıkaracağına inanırlar. Onun için sık sık onlara da saçı sunulur. Hırsızı ortaya çıkarmak için yapılan bir şaman ayininde ateş başına gelen şaman eline temsili bir insan figürü alır, bu tahtadan yapılmıştır. Obada şüphelenilen isimleri veya çoğunun adını sayarak ateş etrafında ayin yapar, bu esnada insanlar da oradadırlar. Şamanın gerçek hrısızın adını söylediğinde elindeki temsilin ona başını sallayacağına inanırlar. Bu esnada şaman o tahtaya çiviler ateşe tutar vs. Bu acıların hepsini gerçekten de hırsız hissetmektedir. Ölü defin yöntemleri de geniş bir alan ancak burada şamanların definlerine dair güzel bilgiler verilmiş. Şamanlar toprağa gömülmezler topraktan biraz yüksekte bir ağaç kuru içerisine bırakılırlar ve üzerlerine kayın yaprakları örtülür. Toprağa gömülmezler çünkü ölen şamanların ruhları kuş olarak bedenden çıkar ve başka bir bedende tekrar gelir. Sanırım bu sebeple toprağa koymuyorlar. Şamanların defnedildikleri yerlerde 4 sırık üzerine kartal figürleri yapılır. Kötü ruhlar insanların ruhlarını çalmaya çalışırlar. Ruh ölünce bedenden çıkar ancak bazen uyurken de, hastayken de çıkabilir. Ruh tanımlamaları çok çeşitlilik göstermektedir. Kötü ruhlar insanların burunlarını kaşıyarak hapşırmalarını sağlarlar, böylece içlerindeki ruh dışarıya çıkabilir ve onu çalabilirler. Av merasimleri olarak genelde ormanda gerçekleşen av ve bunun etrafındaki pratiklere yer verilmiş. Avlanan hayvanın gazabından korunmak için tütsülenirler, eve farklı yoldan gelirler, çadıra ön kapıdan değil de arkadan bir kısmı kaldırarak girerler. Hamile kadınlar ava götürülmez çünkü av hayvanının ruhunun , izini bulup kadına ve bebeğe zarar vereceğine inanılır. Avlanan hayvanın kafası veya kafa derisi verilmez, satılan tüm postlar özellikle ayı postları kafasıdır. Ayı da ormanın koruyucu ruhudur ve adı direkt telefuz edilmez, koca oğlan denir. Ayıyı avlamaktan kaçınırlar ancak avlarlarsa da ondan özür dilerler, ant içerler. Seni biz öldürmedi x kabiledeki kişi öldürdü, seni buran ok Rus yapımıydı gibi şeyler anlatırlar ölü hayvana. Anlatılacak çok şey var ancak diğer eserlerdeki aynı şeyleri anlatmak istemedim. İlteriş YILDIRIM
Altay Panteonu
Altay PanteonuUno Harva · Doğu Kütüphanesi · 201532 okunma
·
275 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.