Gönderi

Genç Kalemler Etkinliği " İlk 10 "
5 - GECE BEKÇİSİ Kasabanın arkasından gelen bir çığlık sesi gece bekçisini durdurdu. Sesin arkası kesilmiyor ve gittikçe artıyordu. Geldiği yöne doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Ağzından çıkan dumanlar sokak lambalarının altında büyük sis bulutlarına dönüşüyordu. Sonunda sesin geldiği yere ulaştığında soluk soluğa kalmıştı. Karşısında kapana kısılmış bir tilki vardı. Ayı kapanı tilkinin bileklerini delip geçmişti. Nasıl da insan gibi çığlık atıyordu. Seneler evvel karların üstünde bulduğu Alakarga’yı anımsadı. Ne de uğraşmıştı onu yedirmek ve kendine getirmek için. Kuş küçüktü ve uysaldı oysa tilki öyle mi? Ne kadar yararlı olsa da ara sıra dişlerinin göstererek hırıldamayı ihmal etmiyordu. Yine de çığlığı geceyi bölüyor, belli ki acısı dayanılmaz. Yavaş hareketlerle paltosunu çıkarıp zor da olsa onu sararak kucağına aldı. Beraber yürürken hırıltılar yerini uysal inlemelere bırakmıştı. Eve varıp yemeğini ve pansumanını yaptı tilkinin. Güneşin doğmasına az kalmıştı. Bahçede ona sıcak bir yer ayırıp son kez kasabanın çevresinde dolaşmak için karanlığın içine daldı. Döndüğünde tilkiyi bıraktığı yerde bulamamıştı. Oysa yararlı vardı tilkinin, iyileşmesi zaman alacaktı. Kalmalıydı! Belki de çocukları zor bir durumda onu bekliyordu dedi içinden. Hem yoksa neden kapılsın ayı kapanına? İçini rahatlattı. Çok yorulmuştu. Bir sonraki geceye hazırlanmak için kahvaltısını yapıp yatağına uzandı. O günden sonra uzun bir zaman sadece karanlığın içinde yürüyen bir adam oldu gece bekçisi. Zaman zaman bir kayanın yuvarlanmasına, fırtına da düşen bir ağacın yıkılmasına yahut bir kurdun ulumasına kulak kabarttı belki. Elinde sadece kırma tüfeğiyle, karanlığın içinde dolaştı durdu. O tüfek henüz çocukken bağlanmıştı eline. Annesi doğumda ölmüştü, uzun bir süre babası bakmıştı ona. Yaşı biraz büyüdüğünde ise geri dönmüştü babası, uzunca süre ara verdiği gece bekçiliğine. Babası gece dışarıda olmaya alıştığı için büyürken pek dışarıya çıkarmamıştı onu. Güneşi sadece babası işteyken dışarıda geçirdiği birkaç saatten hatırlıyordu. Geceleri çalışan birini beklemek zordur, evde tek başına uyuyamamaya başlamıştı. Üstelik karanlıktan korkuyordu. Bir nevi o da geceleri nöbet tutmaya başlamıştı. Evin bahçesindeki avlunun nöbetini. Orada babası görülünce çayı ısıtıyor, kahvaltılıkları masaya koyuyor, babasıyla sohbet ederken gelen uykusunun tadını çıkartıyordu. Bir sabah çayın altını yakmaya hazırlanırken kapıda köyün muhtarı gördü. Babası yanında yoktu. Muhtar kapı açılır açılmaz ezberindeki cümleleri ortaya koymaya başladı. Gece çok mu soğukmuş? Kar mı bastırmış? Babası yorulmuş mu? Yürümemiş mi? Babası donmuş. Kasabanın meydanındaki bankta otururken bulmuşlar onu, ilk başta tanımamışlar. Sakalı mı uzamış? En son gündüz vakti oturalı seneler mi olmuş? Babası ölmüş. Daha mezarı başında karar vermişti gece bekçisi olmaya. Geçen bir iki gece de anlamıştı ki uyuyamayacaktı. İlk başlarda pekte kötü değildi onun için. Bazen yavru hayvanların yolunu bulmasına yardım ediyor, bazen gelen vahşi hayvanları korkutuyordu. Ama çoğu zaman karanlıktan korktuğundan mı, üşüdüğünden mi yahut bir yere yetişmesi gerektiğinden mi bilinmez. Durmadan yürüyordu. Hoş, hiç boş durmazdı gece bekçisi. İçinden öyle güzel dağlar büyür, nehirler yürür, ağaçlar çıkardı ki şaşardınız. Karanlıkta göremediği herkesi, her şeyi kendi içinde tamamlıyordu. Dünya güzel bir yerdi. Kasabalıları sadece günün belirli saatleri görüyor, o zamanlarda ya işlerinden evlerine dönmek için koşturur, ya da sabahın ilk ışığında yola koyulmaktan şikayet eder gibi ayaklarını sürerlerdi. Ortalıkta pek sohbet edecek hava yoktu anlayacağınız.Çoğu zaman yüzünü bile kaldıran olmazdı yerden.Gece bekçisi arkalarından bakardı giderken. Her seferinde kesinlikle derdi. Kesinlikle öğlen vakti yemeklerini yerken gülümsüyor, şakalaşıyor, birbirlerine uzaktan bağırarak sesleniyorlardır. İnsanların üzerine çok düşünmezdi gece bekçisi. Öyle büyük laflar etmezdi. Kimsenin duruşunda yahut oturuşunda bir mana aramaz, bu en olmadık saatlerdendir der, yürümeye devam ederdi. Oysa bir gece, havanın aynı, soğuğun yine insanın iliklerine kadar işlediği, durmadan yürümeye devam ettiği bir gece. Karanlıkta gördüğü bir insan siluetinden çok etkilenmişti. Kasabaya gece vakti birileri yaklaşıyor diye korkup tüfeğine sarılmış, karşısındakine doğrultmuştu. Durur durmaz üşümeye, elleri titremeye başlamıştı. Üstüne korkuda eklenince gözleri karanlığı seçemez hale gelmişti. Tüfeği elinde hızlı adımlarla gördüğü şeye yaklaşmaya başladı. Çocukken okuduğu, duyduğu bir sürü hikâye vardı kasabayla ilgili. Geceleyin herkes kendi evinde ısınırken çocuklarını korkutmak için hikâyeler anlatırdı. Çocukken en çok o korkmuştu anlatılanlardan. Çünkü her zaman başrolünde babası vardı. Artık o kişi kendisiydi ve biri gerçekleşmek üzereydi. Hikâye yaratacaktı. O an anlatılacak olmak hoşuna gitse de korkuyordu. Ürkek adımlarla yürümeye devam etti. İnanılır şey değildi. Gecenin en karanlık olduğu vakitte, bir adam elinde bavuluyla kasabanın dışına doğru yürüyordu. Orası çok farklı bir dünya ve tamamen karanlıktı. Yanan gece lambaları yoktu. Bekleyen bir gece bekçisi yoktu. Koruyan köpekler, sığınabileceğin bir ev yoktu. Adamın yürüdüğü yer kasabanın dışıydı. Durduğu yerden gizemli misafirinin dışarıya olan yolculuğunu izlemeye devam etti. Adam gece uykusundan mı uyanmıştı? Acaba uyumadan önce neler düşünmüştü? Karısı ve çocukları var mıydı? Haber vermiş miydi? Canı sıkkın mıydı? Hiç birinin cevabını bilmiyordu. İlk kez karanlığın bilinmezliği altında ezilmişti gece bekçisi. Ekecek, sulayacak güzel fikirler bulamamıştı. Ertesi gecelerde de durmadan onun hakkında düşünür olmuştu. Yürürken kendini kasabadaki evlerin pencerelerini izlerken buluyordu. Meraklı, dışarıya bakan bir çift göz arıyordu. Işıkları açık, rahatı kaçmış bir ev yoktu. Adam yalnız olmalıydı yoksa ardından biri kesinlikle bakardı. Sonra bu yüzden çıktığını düşündü evinden. Birini arıyordu. Bir sabah postacı başka bir şehirden bir mektup bırakmıştı kesin. Mektup başkasınaydı ama adresi onun eviydi. Kendine hâkim olamayıp, açtı mektubu adam. Güzel cümlelerle birleştirilmiş bir hüzün vardı mektupta. Kadının çocukları hastaydı, kocası ölmüştü ve amcasından yardım istiyordu. Mektubu ara ara açıp okumaya devam etti. İşinde yorulunca ya da kahvaltısında doyunca iç cebinden çıkartıp okumaya başlıyordu. Birkaç ay sonra başka bir mektup buldu kapısında, yine aynı kadından, amcasına gönderilmiş. Sonra amcasının eski ev sahibi olduğunu fark etti. Öleli çok olmuştu. Oysa kadın hala hayattaymış gibi ona yazmaya devam ediyor ve anlatıyordu. Belki de öldüğünü biliyordu da inanmak istemiyordu. Kadın denize ağzı kapalı bir şişe gönderiyordu. Kadın dua ediyor ve duasını bir tek o duyuyordu. Bir mektup daha geldi, biraz rahatlamışlardı. Oğlanlardan küçük olanı iyileşmiş, ayağa kalkmaya başlamıştı bile. En son mektupta kopmuştu bütün olay. Kadın cenaze daveti göndermişti amcasına, bu sefer hüzün dolu anlamlı uzun güzel cümleler yoktu. Sadece ne olur diyordu kadın. Ne olur gel, sana ihtiyacım var. Uzun uzun düşünmüş en sonunda dayanamamış, gece uykusundan kalkıp gitmeye karar vermişti. Hiç konuşmamışlardı. Kadın gözlerinden tanımıştı adamı. Çocuk mezara yerleşmişti çoktan, üstü kapanmıştı. Eller sıkılmış, kimse kalmamıştı. Mezarın başında sessizce oturdular. Adamın gece vakti kasabanın dışına olan yolculuğunu daha iyi anlamıştı. Gerçekten de gitmek zorundaydı. Yoksa evin kapısını bir daha kontrol edemeyecekti. Mektuplar kesilecek, elindekiler ise cebinden çıkarken eskiyecek, yırtılacak, yitecekti. Yine de gece bekçisi için bu iki insanın karşılaşmasından sonra hiçbir şey aynı olmayacaktı. O geceden sonra birçok farklı sese koşar olmuştu gece bekçisi. Bir seferinde ormanı kolaçan etmek için uzaklaşırken kasabadan öksüren bir devin sesini duymuştu. Büyük bir gürültüyle hareket eden bir şey vardı. Sesin geldiğin yöne vardığında büyük ışıklı gözleriyle bir kamyonun kasabayı terk ettiğini görmüştü. Haftalar sonra köyün tepesindeyken başka bir öksürük sesi duymuş, koşmamış, durduğu yerden ışığın gidişini izlemişti. Kısa zaman sonra kasabada değişik bir şeylerin olduğunu keşfetmişti gece bekçisi. Dikkatle dağları izliyor, evlere bakıyor, ormanın içini inceliyordu. Her şey aynı gibiydi. Fakat geceleri dolanırken yahut sabaha karşı kimseyi görmez olmuştu. Evlerin bahçesindeki arabalar, kağnılar, atlar yoktular. Ahırlardan hayvan sesleri gelmiyordu. Sanki kasabanın üstüne bir ölü toprağı serpilmişti. Hoş bu duruma alışıktı, o her zaman baykuş ve çekirge sesinden, gecenin derininden gelen uğultudan başka bir şey duymamış, karanlıktan başka bir şey de görmemişti. Fakat artık neyi koruyordu? Kasabada eski ışıklar yoktu, evlerin içinde sobalar yanmıyordu. Kabanın ortasında elinde kırma tüfeğiyle babasının öldüğü bankın yanından geçiyordu. Sonra durdu birden. Artık soluklanmasının vakti gelmişti. Karanlık korkutmuyordu. Tüfeğini yere bıraktı. Banka oturdu.
Fatih Ergün
Fatih Ergün
strawpoll.me/17261037
··
91 views
Pervin okurunun profil resmi
Gönül kaleminiz daim olsun👏
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.