Gönderi

617 syf.
9/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 15 days
Müşkülpesentlikle Tembellik Arasındaki O İnce Çizgi
Müşkülpesent: zor beğenen, bir işi yapmamak için türlü bahaneler uyduran. Böyle diyor TDK müşkülpesentin kelime anlamı için. İlya İlyiç Oblomov'u anlatmak için de bundan daha güzel bir kelime bulamadım. Öncelikle kitapta olayların detayına inmeden -zaten bir iki tane doruk noktası var, onları da söyleyip okumayanların merakını kaçırmak istemem- şöyle bir özet geçeyim. Kitaptaki anlatımı beğendiğimi özellikle söylemeliyim; çocukluğundan başlayıp tekdüze bir anlatımla sunmuyor karakterin hayatını bize Gonçarov. Flashbackler ve diyaloglarla geçmişe götürüyor bizi ve yaptığı karakter analizleri ise böyle bir gözlem yeteneği karşısında şapka çıkartır cinsten diyebilirim. Favorilerimden biri de Alekseyev tasviriydi: "Adam yakışıklı da değildi çirkin de, uzun boylu da değildi kısa da, sarışın da değildi esmer de. Tabiat ona güzel ya da çirkin olsun, göze çarpan, kolay fark edilir hiçbir özellik bahşetmemişti."(syf 58) "Bu dünyaya gelişini annesi dışında bir kimsenin fark etmiş olması şüpheliydi, yaşarken de onu fark eden çok az kişi vardı ve dünyadan giderken de herhalde kimse fark etmeyecekti. Kimse onu sormayacak, ona acımayacak ve kimse ölümüne sevinmeyecekti."(syf 60) Oblomov'un nasıl bir çocukluk geçirdiğini de bahsettiğim flashbacklerden ve rüyasından öğreniyoruz: "Dadı,dadı! Çocuğu avludan dışarıya, güneşe doğru koştuğunu görmüyor musun? Onu serin yerde dolaştır, güneş başına vurursa hasta olur, midesi bulanır; o zaman da yemek yemez."(syf 149) Böylelikle Oblomov çocukken ona gülden ağır söz söylenmediğini, kendi başına herhangi bir iş yaptırılmadığını ve ailesinin onu gözü gibi sakındığını anlayabiliyoruz. Oblomov'un geri kalan hayatını işte bu çocukluğundaki deneyimleri şekillendirir ve bunun dışında başka bir insan olmanın mümkün olmadığını düşünür. Hatta düşünce yapısının ve hayat tarzının bana göre özü denilebilecek bir alıntıyı eklemek istiyorum: "Yaşadığı hayatın raslantı olmadığına, hayatının özellikle bu denli basit ve yalın tasarlandığına, hatta önceden bu şekilde belirlendiğine, bununla insan varoluşunun ideal, sakin yanının vurgulanmak istendiğine karar verirdi. Oblomov'a göre hayatın fırtınalı yanlarını yansıtma, onun yapıcı ve yıkıcı büyük güçlerini harekete geçirme görevi diğer insanlara verilmişti. Hayatta herkesin bir görevi, bir misyonu vardı." "O arenalarda dövüşecek bir gladyatör olarak değil, dövüşün barışçıl bir seyircisi olarak doğmuş, öyle eğitilmişti."(syf 597) İşte böyleydi onun düşünceleri... Oblomov yalnızca ona atfedilen "tembelliği" yüzünden değil; yetiştirilme tarzı, müşkülpesentliği, bıkkınlığı, amaçsızlığı ve sükûnet arayışı yüzünden de bu haldeydi. Amaçsızlığı vurguladığı şu cümleleri de buraya eklemek istiyorum: "Ne için yaşadığını bilmediğinde, işte öylesine, şu veya bu şekilde günleri sayarak yaşıyorsun; akşam olunca gün bitti diye, sabah olunca gece geçti diye seviniyorsun. O can sıkıcı sorudan, 'bugün ne için yaşadım, yarın ne için yaşayacağım?' sorusundan yakanızı ancak uykuda kurtarabiliyorsunuz."(syf 301) Bu düşüncelerini modern tanımıyla "sonrasızlık sendromu" diye de adlandırabiliriz. "Ne için, kim için yaşayacak mışım? Neyi arayıp bulacağım, düşüncelerimi neye odaklayacağım?"(syf 302) Yapacağı eylemlerin bir sonucu olmayacağına ya da o sonucun hayatı için çok da önemli olmayacağına inanması; kalkıp da ne yapacağım ya da bu mektubu yazsam ne olur yazmasam ne olur şeklindeki düşünceleri "sonrasızlık sendromu"na örnek sayılabilir kanımca. En başta belirttiğim müşkülpesentliğine dönecek olursam; mektup yazacağı sırada kağıdı ve mürekkebi beğenmemesi, yazdığı sırada ise kullandığı bağlaçların yerli yerinde olmaması sebebiyle yazmaktan vazgeçmesi, mükemmel olamayacaksa hiç olmasın şeklinde yorumlanabilir. Ya da Olga ona şarkı söylemek istediğinde onun bir şarkıcı olmamasından dolayı şarkı söylemesini istemekte tereddüt eder, çünkü ona göre şarkı söylenecekse mükemmel bir şekilde söylenmelidir. Olga ile olan ilişkilerinde bu mükemmelliyetçi tavrı kendi özeleştirisini yapmaya kadar gitmiş, onu çok sevmesine rağmen ona layık olmadığını ve ilişkilerinin "henüz aşka bir hazırlık, bir deneyim" olduğunu, "Oblomov'un da tesadüfen bu deneyimin uygun sayılabilecek ilk öznesi" olduğunu belirtiyor. (syf 319) Böyle bir düşünce yapısına ve karaktere sahip olan Oblomov'a dışardan bakanlar yalnızca buzdağının görünen yüzünü görür, Ştoltz dışında hiç kimse onu yeteri kadar tanımıyordur. "Yeteri kadar" da bazen yeterli değildir. Ştoltz onu sürekli sarsarak kendine getirmeye çalışır; hatta onun bu durumu için bir kelime bile türetmiştir: "Oblomovşçina", yani Oblomovculuk. Kitabı okurken analiz edebildiğim kadarıyla, Oblomovculuğun salt tembellikten oluşmadığını anlatmaya çalıştım. En sevdiğim ve etkilendiğim karakterler arasında da yerini aldı. Tolstoy'un "Oblomov'un yakaladığı başarı tesadüfi, gelip geçici cinsten değil, sağlam, esaslı, kalıcı bir başarıdır" sözüne katılmamak mümkün değil. Oblomov gibi iyi ve yüce gönüllü olabilmek dileğiyle... Keyifli okumalar.
Oblomov
Oblomovİvan Gonçarov · Yordam Kitap · 202039.5k okunma
··
32 views
Demet Eraslan okurunun profil resmi
Inceleme başlığını cok yerinde olmuş. Iceriginde de değinilmemiş yerler dokunmuşsunuz. Ellerinize sağlık :)
Lady Godot okurunun profil resmi
Teşekkür ederim :) zaten öyle bir kitap ki belki ikinci okuyuşumda daha başka anlamlar çıkaracağım ya da daha başka bir yeri etkileyecek beni, şimdilik düşüncelerim böyleydi. Yorumunuz için ben teşekkür ederim 🖤
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.