Bu kitap benim için bir dönüm noktası oldu. İlk defa bir kitabın sayfalarını boyadım, özüme ayna tutan bütün cümleleri işaretledim -ki neredeyse kitabın her sayfası artık boyalı. Bir huyum vardır pek sevemediğim; en çok sevdiğim kitaplar en çok hırpalanmış kitaplarımdır. Kenarları kıvrılmış, kapağında darbe izleri, çeşitli lekeler. Elimden geleni yaptım özenli bakmak için fakat bu habis huyumdan esirgeyemedim.
"Aslında bütün kitap sanki kendi hayatının öyküsüydü, kendisi yaşamadan önce yazılmıştı." Everest Yayınları - sayfa 123
Bu kitabı tek bir cümlede özetle deseler, söyleyeceğim şey bu olurdu. Dorian Gray'in Portresi, sanki bir kitabı değil de kendi hayatınızı yaşıyormuşsunuz gibi sizi içine alıveriyor. Lord Henry'nin zehirli sözleri Dorian Gray kadar okuyanı da etkiliyor ve ister istemez bu şeytana hak verirken buluyorsunuz kendinizi. İtiraf etmeliyim ki işaretlediğim cümlelerin çoğu Lord Henry'ye ait. O, bana kitaplarda en gıcık olduğum karakterleri bile sevmeyi öğretti. "Ölsen de kurtulsak, pis herif," diyordum ilk okuduğumda. Sonra "Eğer o olmasaydı, Lord Henry'nin tartışmaya açık, kafaları karıştıran argümanları olmasaydı, olağanüstü güzellikteki Dorian Gray genç kalmak için bir dilek dilemeyecek, biz de saf bir ruhun yozlaşmasına yakından şahit olamayacaktık," diye düşündüm. Kitabın merkezine oturan şey bu. Oscar Wilde, bu yozlaşmayı o kadar sinsice anlatıyor ki, "Dorian, ne oldu sana böyle, nerede o saflığın," demeyi kitabın sonunda aklınıza getiriyorsunuz. Tabii, kitap bir solukta okunduğu için sayfaları çevirirken aklınıza bile gelmiyor soru sormak.