Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varsa o da......diye başlayan cümlelerin çoğu kez klişeler içerdiğini düşünür, nedense bellek kulağıyla dinlemeyiz. Çünkü öğrenilecek o her neyse, kendi zamanımızın yıkıntısını beraberinde getirmeli, ciddiye alınmak için, bir acı kırıntısını olsun içimizin boşluğuna iliklemelidir.
Schopenhauer'ın karamsar olduğunu iddia eden düşünürlerin aksine, sözlerinin ardında durabilme erdemini, bilgeliğe dönüştürebilmiş bir yaşantının ümit veren yanlarını, ruhumda beliren ışımanın terazisini zorladığında hissettim. Belki de talihsizlikler, Onu hep savunduğu, 'kim olduğundur en dikkate değer olan' gerçeğine eriştiren, şahane birer ödüldüler...
Talihsizlikler, kimine göre önünde yükselen duvarın kopan taşları, kimine göre ayaklarını sağlam basıp tutunmasını ve nihayet o duvarı aşmasını sağlayan oyuklardır...
Eser, iç zenginliğin mutluluğu belirleyen en hayati unsur olduğunu yineliyor ve 'nedir mutluluk?' diye soruyor okura...Bu soru o kadar güçlü ki, gizil bir savaş başlatıyor, bir anda ilişkilerinizde en belirleyici nedenleri ararken buluyorsunuz kendinizi, yahut onlarca kişinin sizi izlerken, size verdikleri rolü, bir yapbozun yanlış boşluğa sıkıştırılmaya çalışılan parçasıymışsınız gibi, üzüntüyle seyrediyorsunuz...
Schopenhauer, hissettirmeden, öğüt veren bir dostunuz gibi devam ediyor sözlerine ve bir anda gözlerini keskin bir bakışla size çeviriyor; eğer kendi içinizde mutlu değilseniz başka yerde beyhude aramayın, geçici lezzetler sizi balçıktan bir patikaya sürükler ve her hamlenizle, toplumsal azalışın, elele vermiş intiharına eşlik edersiniz diye, sarsıcı bir uyarıda bulunuyor.
Affetmek üzerine beni düşündüren, Schopenhauer'in eğer birisi size karşı bir hatada bulundu ise, onu aynı hata yüzünden defalarca affedemeyecekseniz, hayatınızdan çıkarın nasihatiydi.Belki de bu hususta fazla şüpheciydi, ya da çok haklıydı, her iki durumda da biraz yorulacaktım bu kesindi :)
Eserde beni en çok büyüleyen aforizma; büyük sevinç ve büyük üzüntülere karşı duyulması gereken serinlikti.Tasavvufta da bir mürşidin nefsinde aşması gereken en büyük merhalelerden biridir bu...Bediüzzaman Hazretleri'nin de zikrettiği gibi;
“Dünya madem fânîdir; değmiyor alâka-i kalbe.”
Schopenhauer'ın bütün kısımlarda altını çizdiği o güzelim çağrı şu; sağlık herşeyden önce gelir...Bütün varlığımız odur.Bedensel ve ruhsal sağlığın en büyük düşmanları ise hırs, kıskançlık ve kötücül duygulardır...
Ahlakın yücelttiği bir karakterin, zamanla yıkılan diğer bütün değer yargılarının önünde bir zırh gibi ruhu koruduğunu sayfalarca izah ediyor yazar.
Beni tesiri altına alan diğer bir tespitte; Hassasiyetin, bir bilginin zihni doyurmasında en önemli ölçüt olduğuydu.Yani Schopenhauer'a göre kişi duyarlılığı ölçüsünde iç yaşantısını zenginleştirebilir.Bana göre muazzam bir öngörü...
Onur, kibir ve gurur mefhumlarını öyle dahiyane bir bakışla izah ediyor ki, ruhunuzda ve zihninizde geri dönüşü olmayan bir aydınlanma yaşayacağınız muhakkak.
Son olarak yazarın, gördüğüm herkese okumak istediğim muhteşem cümleleriyle bitirmek istiyorum, hepinize mutluluğunuzu dâima bir şükre çevirecek halisane bir iç yaşantısı diliyorum :)
"Yaşamı, üzerine nakış işlenmiş bir kumaşa benzetebiliriz; herkes, yaşamının ilk yarısında bu kumaşın ön yüzünü, ikinci yarısında ise arka yüzünü görür: Arka yüzü o denli güzel değildir ama öğreticidir; çünkü ipliklerin bağlantılarını görmemize izin verir."(sayfa:152)
Keyifli okumalar...