Gönderi

Hikâye edildiğine göre, yüksek saltanatın padişahı, mücahit ve gazi olan Fatih Sultan Mehmet Han Kostantiniyye şehrini fethettikten sonra Trabzon şehrini Hıristiyanların elinden alıp İslam bayrağını o vilayete dikmeye ve İslam’la süslenmiş soylu gazaya niyet etmişti. Trabzon'un etrafı tuhaf bir taşlık ve yolları dar ve korkunç olduğu için merhum Hüdavendigâr -Allah mizamını ağır etsin- o zor patikalar, vadiler ve tepelerde çoğunlukla dünyayı dolaşan bineğinden inip yaya giderdi. O seferde Azerbaycan padişahı Uzun Hasan’ın validesi de vardı. Bir gün cihan hamisi padişaha şöyle dedi: "Ey göz nuru, bedbaht bir kâfirin hisarlı kalesi için padişahlık bahçesinin gülü ve cihan sığınağı nehrinin özgür selvisi olan kıymetli vücudunuza bu kadar zahmet çektirmenizin ve kendinizi yormanızın sebebi nedir? Bazen toza bulanır, bazen sıkıntı terinde boğulursunuz.” "Neticede hararetten tere boğulmak varken Av peşinde bunca toza bulanmaya ne gerek var." Allah ruhunu mübarek eylesin, Hüdâvendigâr şöyle buyurmuş: “Anacığım, biz bu yorgunluk ve zahmetleri sırf bir memleketi ele geçirmek ve bir miktar ganimet ve esir almak için çekmeyiz, aksine İslam dinini güçlendirmek ve cihadın kıyamete kadar süreceğini' söyleyen Hazret-i Peygamber'in (as] emrine uymak için çekeriz. Cenabı Hak, savaş gücünün sebeplerini ihsan ettiğine göre, eğer çardak ve köşk gölgesinde istirahati tercih edersek ‘Allah yolunda ayakları toza toprağa bulanan kimse cennete girer.’ müjdesi ile müşerref olamayız. Dinin makamını sağlamlaştıran gazi ve mücahitlerin büyük sevaba nail oldukları kıyamet gününde bize pişmanlık ve hasretten başka ne düşer? “Allah mallarıyla ve canlarıyla cihat edenleri derece itibarıyla oturanlardan üstün kılmıştır.‘
·
22 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.