Gönderi

Varlık ile Yokluk Arasında
İzahı olmaz bazı şeylerin. Senin, bu izahı yapmaya kelimelerin yetmez. Hangi cümlenin kapısını çalsan elin boş döner, ateşine bir kor bulamazsın. Sönmekten öte kül ile savrulur hislerin.   Donuk bir ifadeyle baktı yüzüme. Bir insana değil de duvara konuşuyormuş gibi hissettirse de, devam ettim sözlerime.    Bitmekten bahsetmiyorum, ateşin artık kül olduğu yerde yeni bir başlangıç kast ettiğim. Paslanmış bir kaptan yemek yemeyi düşlemek, ihtimalini aklına dahi getiremediğin bir zamanda, umudun sandığından daha büyük bir hayalin peşinden koşturabileceğini söylüyorum.    “Uçurumun kenarında açmış bir çiçek ne kadar yaşama aitse ben de o kadar aitim, hangi beklentinin kapısını aralamamı bekliyorsun?”     Elimi saçlarımın arasına götürdüm, adımlarımı başka bir yöne çevirdim bu sefer, ne için geldiğimi unutmuştum kısa süreliğine de olsa.    Yaşamın kapısını. Göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir ömrün içinde olduğunu bildiğin halde senin kendini ihmal etme cüretini gösterebilme cesaretin seni şaşırtmıyor belki ama ben henüz yaşıyorum. Gözlerimden öte kalbim görüyor bu hissizliği. Tahammül sınırlarında geziyorum ve sen sadece bakıyorsun. Görmeyi istemiyorsun, yaşamın içindeyken ondan kaçabileceğini sanıyorsun. Uçurumun kenarında olmak, o çiçeğin o dağın rüzgarı ile savrulduğu gerçeğini değiştirmez. Söylesene kim durdurabiliyor bu akışı, kim engel olabiliyor yaşama?       “Ölüm” dedi, fısıltıyla.    Hayır, yaşam ile ölümü birbirinden ayrıştırmış olmak. Kabullenmek yalnızca yaşam için mi geçerli, nefes aldığın her saniye seni ölüme yaklaştırıyor.     “Bırak öyleyse, ne için nefes aldığımın bilincinde olayım.”       Ne söylemek istediğimi biliyorsun.     “Sen değil misin ölmek için yaşıyoruz diyen, ne için o zaman bu çaba, yaşama ikna etmek için ölüme yaklaştığımı söylüyorsun.”      Unutman için.    “Unutamıyorum. 6 Nisan Pazar günü saat 10.45 ‘te evinden almak için yola çıktım. Gece, bahar havasına yakışacak bir piknik için sözleşmiştik çünkü. 10.58 ‘de siyah demir kapının önündeyim. Telefonumu alıp geldiğimi haber verdim. Her zamanki neşeli sesiyle beş dakikaya yanımda olacağını söyledi. Bir dakika gecikerek 11.04’te arabasının kapısını açıp, elindeki sepeti arka koltuğa koydu. Sonra da ön koltuğa geçip oturdu. O günden sonra sepet olsaydı yanımda keşke diye iç geçirdiğimi söylememe gerek yok sanırım. Boynuna taktığı turkuaz fuları düzeltti. Sonra da gamzelerini ortaya çıkaracak bir gülüş ile boynuma sarılmayı ihmal etmedi. Son kez olduğunu hissetmiş gibi. Sessizliği sevmezdi, radyoyu karıştırmaya başladı o havaya yakışacak bir şarkı buldu. Yol uzun sürecekti hem. Şehrin kalabalıklığından uzaklaşmak için bu süreyi göze almıştık, uzun yolculuğa değecek bir yere gidiyorduk. Bazen şarkı söylüyor, bazen sohbet ediyorduk dedim ya sessizliği sevmeyecek kadar hayat doluydu. Yolun virajlı olduğunu biliyordum ama defalarca gitmiş olmanın rahatlığı vardı üzerimde. Son dönüş. 12.38’deki o dönüş, sessizliği sevmediği hayatını derin bir sessizliğe gömdü.”   "Söylesene, o bu kadar sessizken ben hangi kelimenin gürültüsüne ikna olayım, izahı olmayan bu işte. Kafamdaki hikaye sürekli başa sarıyorken, başka bir hikayenin kahramanı olmamı istiyorsun. Bunun için kişilik bölünmesi gibi bir hastalığımın olması gerekiyor. Bunu bir psikoloğun gözüyle değil hayata ikna olduğunu düşündüğü anda o hayatın bir ihtimale kurban gitmiş olma acısını unutamayan biri olarak ya da ona dair aklında kalan son hatırayı olsun yaşatmak isteyen biri olarak söylüyorum.”   Başa sarmak, ya da aklında son kalan hatırayı yaşatmak da bir yaşam çabası değil mi?    Beklemediği bir soru ile karşılık verince, afalladı. Belki kendini cezalandırıyordu bu şekilde farkında değildi. Yaşamın içinde ölüme sarılmıştı. Neyi nereye koyacağını idrak edemeyecek kadar unutamıyordu, istemiyordu bunu daha doğrusu. Zaman köreltir miydi bu acıyı bilmiyordum, unutamamak bir hastalıktı evet ama bile isteye hasta olmayı düşlemek nankörlüktü. Ne yaşamayı becerebilmek ne ölümü kabullenebilmek öylece durmaktı tek yaptığı. Sessizlikten rahatsız olmuş olacak ki, "Sustun." dedi, soru sorduğumu unutarak. Unutamadığını iddia ediyor, unuttuğunun farkına varamıyordu. Kırgındı, hayata. Böyleyken nasıl ikna olacaktı hayata. Hayat onu ölümle baş başa bırakıp kaçmıştı, kapı zilini çalıp kaçan yaramaz bir çocuk gibi. Oysa sessizlik  gürültünün, ölüm hayatın nedeniydi, kabullenemiyordu.  Onun bu bekleyişi karşısında “Unut gitsin.” diyebildim sadece. @momolana edebiyatffakultesi.blogspot.com/2019/01/varlk-i...
··
13 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.