Modern PanopticonPanopticon terimi ilk olarak Jeremy Bentham tarafından, hapishane için kullanılmıştır ve hapishanedeki hücrelerin hepsini görebilen kule olarak tasvir edilmiştir, yalnız hapishanedeki mahkumlar kuleyi göremez ve kulede biri olsa da olmasa da gözetlendiklerini düşünerek davranışlarını kontrol ederler.
Fransız filozof Michel Foucault ise daha sonra bu terimi kontrol sistemi ile insanlar arasındaki ilişkiyi anlatmak için bir metafor olarak kullanmıştır. Ona göre "güç bilgiden gelir." Güç ve bilgi ise başkalarını gözetleyerek elde edilir.
Elif Kanca'nın Oyunun Antropolojisi ile ilgili araştırması salt oyunların tarihi ve nasıl evrimleştikleriyle ilgili değildir. Oyunların ekonomik ve siyasi kriz dönemlerinde halkın ilgisinin başka yöne çekilmesi ve gerçek hayattan uzaklaşıp yaratılan simülasyonlara dahil edilmeleri ile ilgilidir. Araştırmasında üç dönemi ele almıştır: Roma dönemi ve gladyatör dövüşleri, Büyük Buhran dönemi ABD ve dans maratonları, 2001 Krizi Türkiyesi ve Biri Bizi Gözetliyor Yarışması.
İngilizce karşılığı Big Brother olan yarışma, okuyanların bildiği üzere George Orwell'ın 1984 adlı distopik romanından alınmadır. Orwell'ın yarattığı dünyadan çok da farklı olmayan bu sözde oyun dünyası ile "denetim ve gözetimin günlük yaşama doğru olağanlaşarak, benimsenmesi hedeflenmektedir. BBG aynı zamanda küreselleşen pazarın ihtiyaç duyduğu tüketici tipi ve bu tüketiciyi biçimlendirecek alışkanlıkları belirlemektedir. Krizin ağırlığından kaçan insanlara simülatif bir 'yuva' sunmaktadır."(syf 165) Bu şekilde gözetlenme ve denetim bir eğlence aracına dönüştürülerek insanların hem ciddiye almaması hem de biliçaltına yerleştirilerek içselleştirilmesi sağlanmış olur. Üstelik yarışmanın denetimini elinde tutan yapımcılar olmasına rağmen, seyircilere verilen oylama hakkı yanılsamasıyla panoptikonun kulesi gizlenmektedir. Bu yarışmanın türevleri gittikçe artmakta ve neredeyse her gün yayınlanıp izleyiciye sunulmasıyla bir anlamda seyirci hipnotize edilip gerekli mesajlar da bilinçaltına yollanmaktadır.
Althusser'ın bahsettiği devletin ideolojik aygıtları (hastane, okul, medya gibi.) bu gözetleme görevini layıklıyla yerine getirmektedir. Özellikle medyanın bir ideolojik aygıt olarak ne kadar güçlendiği aşikardır. Kameralarla izlenmesine bile gerek yoktur artık insanların, önüne koyulan dizilerin ve yarışmaların ne kadar izlendiği reyting sonuçlarından anlaşılmaktadır, böylece gücü elinde bulunduranlar insanların istediği şeylerle oyalandıklarından emin olmaktadır.
Kitabı okurken Person of Interest adlı diziyi de anmadan edemedim. İzleyenler hakimdir konuya zaten ama izlemeyenlere mutlaka tavsiye ederim. Dizide 11 Eylül sonrası, güvenlik(!) amacıyla her tarafa yerleştirilen kameralar söz konusu. Böylelikle insanlar farkına bile varmadan 24 saatlik yaşantıları belirli bir zümrenin bilgisi dahilindedir. Dizide ise kaydedilen bu görüntülerin güvenliği tehdit eden herhangi bir durumda tehdidi ortadan kaldırmak için kullanıldığı söyleniyor. Bu görüntülerin kaydedilip gerekli kişilere tehdit anında uyarı gönderen makinanın tasarlıyıcısı ise terör dışındaki tehditlerin de peşine düşüyor ve insanların hayatlarını kurtarmaya çalışıyor. Sonraki sezonlarda yapay zekanın gücünü ortaya koyan bölümler ise enfesti diyebilirim.
Konu biraz dağıldı ama bu diziden bahsetmesem olmazdı :)
Son olarak Elif Kanca'ya güzel noktalara değinen bu araştırmasından dolayı teşekkür ediyorum. Merak edenlere keyifli okumalar dilerim.
"...bütün kültürel metalar merkezileştirici, disipline sokucu, hegemonyacı, kitleleştici, metalaştırıcı diye adlandırabileceğimiz güçleri, şu ya da bu derece taşırlar." (Fiske, Syf 101)