Gönderi

"Prens, Prenses ve Krokodil"
Bir zamanlar çok güzel bir prenses varmış. Prenses coşkun bir nehrin kıyısında yaşarmış. Annesi kraliçe ve babası kralla beraber, eski bir sarayda otururmuş. Sarayın duvarları kalın ve yüksekmiş, içinde kalan her şey de karanlık, soğuk ve sessizmiş. Hiç kardeşi olmadığından, sarayda çok yalnızmış. Annesiyle babası kızlarıyla bir kelime bile konuşmazmış. Hizmetçileri sadece "Peki Majesteleri", "Hayır Majesteleri" dermiş, Koskoca sarayda konuşabileceği, oynayabileceği kimse yokmuş. Çok sıkılıyormuş. İçi özlemle doluymuş. Zaman içinde çok yalnız ve mutsuz bir prenses olmuş. Son güldüğü zamamı bile hatırlayamıyormu. Hatta bazen, gülmeyi unuttuğunu düşünüyormuş. Sonra aynaya bakıp gülümsemeye çalışıyormuş. Ama beceremiyor, yüzünü buruşturuyormuş. Hiç de komik değilmiş bu. Artık mutsuzluğa dayanamaz hale geldiğinde, nehir kıyısına inermiş Orada bir incir ağacının gölgesinde oturur, akan suyu dinler, kuşlarla cırcır böceklerine kulak verirmiş. Gün ışığının dalgalar saçtığı binlerce küçük yıldızı görmeye bayılırmış. Keyfi biraz düzelir, kendisini güldürebilecek bir arkadaş düşlemeye başlarmış. Aynı nehrin karşı kıyısında, ciddiliğiyle tanınan bir kral yaşarmış. Tebaasından bir kişi bile boş durmaz, hatta hayal bile kurmaya cesaret edemezmiş. Çiftçiler tarlalarında durdurak bilmeden çalışırmış. Ustalar atölyelerinde harıl harıl iş yaparmış. Kral, tebaasının gerçekten çalışıp çalışmadığını görmek için tüm ülkeye müfettişler yollarmış. Çalışacağına otururken yakalanan olursa hemen bambu sopasıyla on değnek vurulurmuş. Kralın oğlu da bu muameleye bağışık değilmiş. Prens her gün, sabahtan akşama kadar ders çalışırmış. Kral ülkenin en saygıdeğer bilim insanlarını, prensi eğitmeleri için saraya toplamış. Oğlunu dünyanın gelmiş geçmiş en zeki prensi yapmak istiyormuş. Ama bir gün genç prens, saraydan sıvışmayı başarmış. Savaş atına binip nehir kıyısına inmiş. Orada, karşı kıyıda oturmakta olan prensesi görmüş. Prenses uzun siyah saçlarına sarı çiçekler takmış. Prensin hayatında gördüğü en güzel kızmış. Nehrin karşısına geçme arzusuyla yanıp tutuşmaya başlamış. Ama nehri geçebileceği ne bir köprü, ne de bir sal varmış. İki kral birbirinden o kadar nefret edermiş ki, tebaalarına da birbirlerinin topraklarına ayak basmayı yasaklamışlar. Bu yasağı görmezden gelen herkes, bedelini hayatıyla ödermiş. Üstüne üstlük nehirde, balıkçıların ya da çiftçilerin bir adımcık atmasını hevesle bekleyen bir sürü krokodil kaynarmış. Prens önce karşıya yüzerek geçmeyi düşünmüş. Ama,suya ancak dizlerine kadar geçmişken, koskocaman ağızlarını sonuna kadar açmış olan krokodiller başına üşüşmüş. Prens kendini nehir kıyısına zor atmış. Prensesle konuşamayacaksam, hiç değilse onu izlerim diye düşünmüş. Ondan sonra, her gün gizli gizli nehir kıyısına inmiş. Bir kayanın üstüne oturup, özlemle karşı kıyıdaki prensese bakmış. Aradan haftalar, aylar geçmiş. Sonunda bir gün, bir krokodil yüze yüze yanına gelmiş. "Sizi uzun bir süredir izliyordum, sevgili prensim,"demiş. "Ne kadar mutsuz olduğunuzu biliyorum, size çok acıdım. Yardım etmek isterim." Prens şaşkınlık içinde "Ama bana nasıl yardım edebilirsin ki?" diye sormuş. "Sırtıma oturun, sizi karşı kıyıya geçireyim." Prens krokodile şüpheyle bakmış. "Beni kandırıyorsun," demiş. "Siz krokodillerin midesi dipsiz kuyu gibidir, iştahı sonsuzdur. Kimsenin sudan canlı çıkmasına müsaade etmezsiniz." Krokodil "Bütün krokodiller aynı değildir," demiş. "Bana güvenebilirsiniz." Prens duraklamış. Krokodil yeniden "Bana güvenebilirsiniz," demiş. Prensin başka seçeneği yokmuş. Güzel prensese ulaşmak istiyorsa, krokodile güvenmesi gerekiyormuş. Hayvanın sırtına oturmuş. O da söz verdiği gibi, prensi karşı kıyıya geçirmiş. Prenses prensi aniden karşısında görünce gözlerine inanamamış. O da sık sık prensi gözlüyor, gizli gizli bir gün karşıya geçebilmesini umuyormuş. Prens çok utanmış, ne diyeceğini bilememiş. Kekelemeye başlamış, her cümlesini karıştırmış. Kısa süre sonra, ikisi de kahkahalara boğulmuş. Üstelik prenses çok, çok uzun zamandır gülmezmiş. Prensin gitme vakti geldiğinde prenses çok üzülmüş. Ona kalması için yalvarmış. "Kalamam," demiş prens. "Babam seninle vakit geçirdiğimi öğrenirse gazabı korkunç olur. Beni mutlaka bir yerlere kapatır. Nehrin bu kıyısına bir daha hiç geçemem. Ama söz veriyorum, yine geleceğim." İyi kalpli krokodil, prensi nehrin öbür kıyısına geri götürmüş. Ertesi gün prenses yine büyük bir özlemle beklemeye başlamış. Tam prensin geleceği umudunu yitiriyormuş ki, onu beyaz atının üstünde gelirken görmüş. Sadık krokodil de onu karşıya geçirmeye gelmiş. O günden sonra, prensle prenses her gün buluşmuş. Diğer krokodiller buna çok öfkeleniyormuş. Bir gün nehrin ortasında, prensle onu taşıyan krokodilin yolunu kesmişler. Koca ağızlarıyla prensi kapmaya çalışarak "Onu bize ver, bize ver!" diye bağrışmışlar. Koca krokodil "Bizi rahat bırakın!" diye kükreyerek, yüzebildiğince hızlı yüzmeye koyulmuş. Ama kısa süre içinde diğerleri etrafını sarmış. Krokodil, insan dostuna "Ağzıma gir, orada güvende olursun," diye seslenmiş. Ağzını açabildiğince büyük açmış, Prens içeri kaçmış. Diğer hayvanlar onları bir an bile gözden kaçırmamışlar. Nereye giderlerse peşlerinden gelmişler, yılmadan beklemişler. Prensin eninde sonunda dışarı çıkması gerekiyormuş ne de olsa. Ama iyi kalpli krokodil çok sabırlıymış. Birkaç saat sonra diğer krokodiller pes edip gitmişler. İyi krokodil nehir kıyısına çıkıp ağzını açmış. Prens kımıldamamış. Krokodil başını sallayarak, ona "Arkadaşım, arkadaşım, haydi kıyıya çıkıp evine koş," diye seslenmiş. Prens yine kımıldamamış. Sonra prenses karşı kıyıdan "Sevgili prensim, lütfen çık," diye seslenmiş. Ama hiçbir faydası olmamış, Çünkü, prens arkadaşının ağzında boğulup ölmüş. Prenses olanları gördüğünde, o da üzüntüsünden oracığa düşüp ölüvermiş. İki kral, evlatlarının bedenlerini gömmek yerine nehir kıyısımda yakmaya karar vermiş. Ne şans ki, iki cenaze de aynı gün, aynı saatte yapılmış. Krallar birbirlerine hakaretler yağdırıp tehditler savurmuşlar. İkisi de çocuklarinin ölümü için birbirini suçlamış. Çok geçmeden ateşler gürül gürül yanmaya başlamış. Prensle prensesin cesetleri tutuşmuş. Birden ateşlerden duman çıkmaya başlamış. Hava rüzgarsız olduğu için, iki tane heybetli duman sütünu dosdoğru göğe yükselmiş. Birden her şey susmuş. Ateşlerin çıtırtısı kesilmiş, sessizce yanmaya başlamışlar. Nehrin şırıltısı, çalkantısı durmuş. Krallar bile susmuş. Sonra hayvanlar şarkı söylemeye başlamış. Önce krokodiller. Her gece masalın burasında, ama krokodiller şarkı söyleyemez ki, diye itiraz ediyordum. Babam, elbette söylerler, diyordu çok alçak bir sesle. Yeter ki sen şarkı söylemelerine izin ver. Sadece, duymak için çok sessiz olmak gerekir. Filler de mi? Filler de. Sonra kim şarkı söylemiş. Yılanlarla kertenkeleler. Köpekler, kediler, aslanlar, leoparlar. Sonra filler, atlar, maymunlar katılmış onlara. Bir de elbette kuşlar. Hayvanlar bir ağızdan şarkı söylemişler. Hatta, hayatları boyunca söylediklerinden çok daha güzel söylemişler. Sonra birden, nedendir bilinmez, iki duman sütunu yavaş yavas birbirine doğru sürüklenmiş. Hayvanların şarkılarının sesleri yükselip berraklaştıkça, sütunlar daha da yaklaşmış ve en sonunda, sadece sevgililerin kucaklaşabileceği gibi kucaklaşarak birleşmişler. Gözlerimi kapatıp peluş hayvanlarımı dinleyerek, babam haklı, diye düşündüm. Şarkı söyleyebiliyorlar. Şarkılar mırıldanarak beni uyutuyorlar. Annem bu masalı sevmezdi, çünkü mutlu sonla bitmiyordu. Babam sonunun gayet mutlu olduğunu düşünüyordu. Aralarındaki uçurum bu kadar derindi. Bense asla karar veremedim.
Sayfa 90 - Koridor Yayıncılık
·
33 görüntüleme
Pol Gara  Yeşim Firûzan okurunun profil resmi
Ne acâip bir baba, Allah'ım yâ Rabbim!.. :((
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.