Gönderi

124 syf.
6/10 puan verdi
"Ben doğa insanının zeki, çevik ve en önemlisi de TUTARLISINI severim." Post Mortem Tutarlılıktan dem vurarak başladım ama ilk tutarsızlığı kendim yapacağım. Ne de olsa ben doğa insanı değilim, kapital düzenin bir parçasıyım :) Daha evvelki incelemelerimde, SPOILER vermenin zararları konulu göndermeler yapıp, kendim de SPOILER verme taraftarı olmadığımı söylemiş olabilirim. Gelgelelim, inceleme yazmak bir sanatsa, ben de toplumcu bir sanatçı değilim. En azından "toplumcu sanatçı" olmadığımı fark ettim ve kitapları okumayanlar için bilgilendirme şeklinde, SPOILER içermeyen incelemeler yazma taraftarı iken, artık yeri geldiğinde SPOILER'ın dibine dibine vurmayı da ilke edinmeye karar verdim. Yeteri kadar SPOILER yazdıysam başlayalım, çünkü artık hepimiz anladık ki bu incelemede SPOILER olacak... Bilenler bilir, Doppler kitabını Adana Okuma Grubu olarak okuduk, bitirdik ve de yorumladık. Doppler'ı benimsedik yeri geldiğinde, bazen ona imrendik, bazen hak verdik, çoğu zamansa kendisini taşladık. Ki taşlayanların içinde ben de vardım. Hala da öyleyim. Doppler'ı ilkeli ve de tutarlı bir doğa insanı olarak kabul edemiyorum. Bunda tabii, daha ilkeli ve de tutarlı doğa insanlarını da bilmemin etkisi yadsınamaz. Kimden mi bahsediyorum? Tabii ki de "Into the Wild" filmindeki efsane karakter Christopher'dan. Yani abartmıyorum, Doppler, Christopher'ın adını duysa ve dese ki "Abi sen bu işlerden anlıyormuşsun, beni de yanına çırak olarak alsan ya." dese, Chris bunu iki gün sonra yolda hızla giderken aracından atmazsa gel sen bana ne dersen de. Hal böyle olunca da Doppler'ın doğa aşkını (!), tipik Kuzeyli şımarıklığı ve hayatta anlam arayışı(!)na bağladım. Şımarıklık için bkz. İntihar oranları ve de Nekrofili tartışmaları. Kuzeyli şımarıklığı dedik madem, başlayalım o vakit. Bir kere adam utanmadan sıkılmadan, medeniyet beşiği Norveç'te bisikletin önemsizliğinden ve trafikte kıymet görmemesinden dem vuruyor. Biraz aşağılara bakın. Bakın bakın haritada aşağılarda da ne memleketler var, oralarda da neler yaşanıyor bir görün yahu! Bu kadar da olmaz ki ama! Yine de hakkını vermek lazım, banyo dekorasyonu ile uğraşırlarken aklına bir nebze de olsa geliyor aşağılardaki memleketler ve kayıtsızlıklarına atıfta bulunuyor. Bu da bir gelişme. Ayrıca sen madem doğadan faydalanmak ve kapital düzeni bertaraf etmek niyetindesin, bunu sadece takas usulünü getirerek mi amaçlıyorsun? E o düzenin sana sağladığı endüstriyel yakıt, yağsız sütü nereye koyacağız peki? Doğaya karışmak, her haliyle şehir hayatını reddetmek değil midir? Demek ki işine geldiği gibi davranmak icap etmiş :) Bu arada, takas usulünü ben de destekliyorum. Hiç yoktan, elinizdeki gereksiz şeylerin birilerine bir faydası dokunabilir. Toplayıcılık yapmayın. (Kendime de not olsun bu) Öte yandan, Doppler ile Christopher kıyasına devam edecek olursak, Chris okuldan mezun olduktan sonraydı sanırım, atılması muhtemel ve de kendisini buram buram konforun ve refahın beklediği bir yaşamı reddederek doğaya karıştı. Ardında bir iş, eş veya çocuk çombalak bırakmadı. Ya bu dangalak Doppler? Karısı var, daha kendini dahi bilmeyen, gelişim çağında bir oğlu ve de ergenliğin doruklarında bir kızı var. Sonrasında bir de karısını üçüncü çocuğa hamile bırakıyor ki tuz biber resmen... Yahu sen madem bu kadar kendi başına buyruktun, o hayatlara ne diye dokundun ve de onların da düzenini bozdun diye sormazlar mı? Keşke o bisikletten çok daha evvel düşseymişsin. Burada şuna da değinmek gerek. Oğlu ile birlikte yaşamaya başladığı sırada, oğlu ona ebeveynleri ile birlikte ölmek istediğini söylüyor, Doppler ise ilerde bu fikrin değişeceğini söylüyor. Sırf çocuğun bu cümlesi için dahi asılmayı hak ediyorsun Doppler... Çocuk ailesine o kadar muhtaç ki, onlarsız bir yaşam dahi hayal edemiyor ve sen onları ardında bırakıp kendini doğaya salıyorsun. Yatacak yerin yok lan... Hazır sinirlenmişken hem konuyu dağıtalım hem de sinirli halimizin üzerine tuz biber ekelim. Çocuktan bahsederken konusu açılan ve tam anlamıyla açık yaraya işeyen bir şeyden bahsetmek gerek: Çocuk şarkıları... Yahu gözünüzü seveyim, bunların çocuk gelişiminde bir faydası olduğunu düşünen varsa ne olur söylesin, öyle bol keseden ahkam kesiyor gözükmeyelim. Ama bana kalırsa zehirlenme sebebi bu çocuk şarkıları. Hala kafamda çalan bir şarkıdan bahsedeyim, gerisini siz düşünün. "Üzüm adam şip şap şop"... Günlerce kafamın içinde zangır zangır çaldı durdu bu şey. Zombiye bağladım resmen. Üstüne üstlük bunları dinledikleri platform da malum video sitesi ve ellerindeki aletler de tablet ve de telefon... Tehlikenin farkında mısınız? Bence olmalısınız. Çocuklarınızı sırf başınızdan savmak ya da çenelerini kapatmak için bu tip zırvalarla zehirlemeyin. Dünyaya getirdiyseniz bir zahmet onlarla ilgilenin. Çocukların ağlayıp sızladığını, sizden çıktıklarından sonra fark etmediniz nihayetinde, daha evvelden de biliyordunuz, siz de zamanında öyleydiniz... Hadi yeteri kadar sinirlendik, biraz da Doppler'ın yanında olalım, üzülmesin gariban. Bir kere günlük hayatın keşmekeşi ve sosyal hayat dediğimiz tiyatronun içerisinde, gördüğü sahteliklerden (çok mu arabesk oldu bu tabir?) ve de çıkar ilişkilerinden sıkılan Doppler, kendini özü sözü bir olan doğaya emanet eder. Kabul edilebilir bir durum. Yani sırf faturalar ve banyo tadilatı konusunda dahi insan, işi gücü bırakıp terk-i diyar etme kafasına giriyor. Bir de sonlara doğru artık, yalnız ve doğayla iç içe olma haline tecavüz eden Düsseldorf, Hırsız Adam, Sağcı Adam, oğlu (onu neyse ki kabullendi sonunda) artık kalabalık etmeye başlayınca, sadık dostu Bongo ile başını alıp gitme durumunda kaldı. Yukarda sayıp döktük, biraz da o karakterlerden bahsedelim. Düsseldorf, babasını onurlandırmak adına onun öldüğü sahneyi canlandırmak isteyen bir münzevi. Yalnız derinlerde bir yaşam arzusu var. Ve babasının ölüm sahnesini canlandırması dahi, bana kalırsa hayatta kalmak için bir amaç arayışı sebebiyleydi. Yoksa babasını onurlandırmak falan bir nebze değerliydi onun için. Sahne tamamlandığında canına kıymayıp kendine yaşamak için başka amaçlar araması da bunun kanıtıydı. Hırsız adam, prensip sahibiydi. Bir şey kırıp dökmüyor, özel eşyaları almıyor, işine yarayanı alıp çıkıyor. Oh ne ala :) Sağcı adam ise, Doppler'ın ötelediği hayata doymuş, artık farklı heyecanlar arayışında bir boş tenekeydi bana kalırsa. Boş teneke, neden? Çünkü Doppler'ı kendine rol model almış ve o ne derse onu kabul ediyor, bugün ak dediğine yarın kara dese "eyvallah abi" çekiyor. Tam da manipüle edilmeye açık bir profil... Tüm bunların yanında şöylece bir dokunulup geçilen bir karakter vardı ki, bana daha samimi gelen, işte o da kiliseyi görmek isteyen kadındı. Amaca giden yolda nelerle karşılaşılacağının belli olmadığının ve geçip giden her kilometreye rağmen dünyanın ne kadar küçük olduğunun göstergesi gibiydi kendisi. Ben kendi adıma ilkeli kabul etmedim Doppler'ı. Ve başta da dediğim gibi tutarlı bulmadım. Siz bu haliyle sevdiyseniz bence hikayenin devamı olan "Bildiğimiz Dünyanın Sonu" kitabını okumayın. Kitabın arka kapak yazısına bakarak konuşacak olursak, Doppler efsanesinin (!) çöküşünü vadediyor ikinci kitap.
Doppler
DopplerErlend Loe · Yapı Kredi Yayınları · 20199,6bin okunma
··
48 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.