Sonunda tanıştık meşhur Ahraz ve yazarı Deniz Gezgin ile. Epeydir listemdeydi ya, bu aralar kitap siparişi vermek istemiyorum. Ankara Kitap Fuarı derdime çare oldu. Sel Yayıncılık’tan bir son dakika kararı ile Deniz Gezgin’in "Ahraz" ve Zeynep Kaçar’ın "Kabuk" kitaplarını edindim.
Yazarın farklı bir tarzının olduğunu yapılan incelemelerden biliyordum. Yazarın önceki kitaplarından da az çok tahmin edebiliyorum "Ahraz" ın içeriğini. Hayvan Mitosları, Su Mitosları, Bitki Mitosları. Elbette bu kitapta da mitlerden bahsedecekti, bu kaçınılmaz. Okurlar sever mitosları ve kadim hikayeleri. Farklı bir çekiciliği vardır gizemli unsurların.
Kitabın ismi de gayet çekici, kısa ve akılda kalıcı. Ahraz. Sözlük anlamı; sağır ve dilsiz. Bir kitap için çok iyi bir tercih. Bir okur sadece ismine bakarak bile tercih edebilir.
Kitabın girişinde etkili bir giriş cümlesi ve mistik bir hikaye. Vaaaay.. Okurun beklentisini bir anda tavan yaptırıyor. Daha sonraki 10 sayfayı en az 3 kere okumuşumdur. Böyle bir 10 sayfa daha olsa kitabı bırakırdım. Hikayenin geçeceği mekan tanıtılıyor. Aslında söylenmek istenen birkaç paragraf. Arka arkaya yapılan benzetmelerin hepsi aynı anlamı veriyor. Tabi kullanılan kelimelerde pek aşina olmadığımız kelimeler olunca, yazar da kullandığı dil ve cümle yapısı ile okurun işini iyice zorlaştırınca iş içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Romanlarda mekan tanıtımları önemlidir, en nihayetinde olaylar bu mekanda geçecek. Okurun mekana ısınması gerekir. Çok uzun betimlemeler olan gayet kuvvetli romanlarda vardır ama mekanın detaylarına girmeden sadece genel unsurlar üzerinden bunu ilerletirseniz okurun beklentisini kırarsınız. Çok karmaşık cümleleriniz olabilir, okurun tekrar tekrar okumasını, bir emek vermesini de bekleyebilirsiniz ama bu emeğin karşılığını vermeniz gerekir. Okur cümlelerinizi çözdükten sonra “vaay be” demezse yandığınızın kanıtıdır.
Neyse ilk kısmı geçtik. Sonraları dil sadeleşiyor. Demek ki sade bir şekilde, okuru boğmadan da etkili bir anlatım yapılabiliyor. Ben bu ilk kısmı eserin kadim hikaye olmasına verdim. Nitekim eserde belirli bir bölümde masalımsı mitolojik bir anlatımla ilerledi. Sonra sonra zaman günümüze yakın bir döneme kaymaya başladı. Kaymayı bırakalım komple yerleşti. Bir yandan da mitler ilerliyor. Bir eser ya masalsı bir havada ilerler yada gerçek düzlem de. İkisi beraber olmaz mı olur. Ama bir tarafın ağırlık da olması gerekir. Elbette bunları yaparken dilinde anlaşılır olması gerekir. Aksi halde eser içinden çıkılamaz bir hal alır.
Yazarın hakkını da verelim. Hikayesi çok iyi bir hikaye. Evrensel mesajlar içeriyor. Yazar da çok iyi niyetli. Okura ekstra bir okuma deneyimi sunmak istemiş. Ama eserdeki mitler, metaforlar, yazarın bazı noktalardaki süslü anlatımı eseri çok boğmuş. Her şey birbirine girmiş. Belki çok daha fazla sayfada anlatılacak bir hikaye dar kalıplara sığdırılmış. Yazarın mitler konusundaki derin bilgisinin de kendine zarar verdiğini düşünüyorum. Bir uzmana çok basit gelen bir şey, bu konuda çok da bilgisi olmayan insanlara ağır, anlaşılmaz gelebilir.
Ben çok güzel bir hikayenin heba olduğunu düşünüyorum. Bu hikaye çok daha sakin bir dille çok daha etkili anlatılabilirdi. Dramatize olmaya çok müsait bir konuydu ama yazarın bunu başarabileceğini düşünüyorum. Süslü anlatıma girmese, sade olarak anlattığı bölümlerde gayet dil kullanımı yerindeydi. Psikolojik ve sosyolojik analizleri çok iyiydi. Adile’nin, Yusuf’un özellikle İsrafil’in iç dünyalarını, kişiliklerinin ve yaşadıklarının bu iç dünyaya yansımalarını çok güzel anlatmış.
Neyse incelememi burada noktalıyorum. Tabiki bunlar benim kitap hakkındaki ilk okumama ilişkin düşüncelerim. Kitap ikinci bir okumaya ihtiyaç duyuyor olabilir yada farklı okurlarda farklı izlenimler yaratabilir.
Herkese keyifli okumalar dilerim.