Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

779 syf.
9/10 puan verdi
·
29 günde okudu
———————————————————————— İL HALK KÜTÜPHANESİNDEN DİZİSİ - 14 ———————————————————————— "(...) Üç hafta evvel (Bura takvimine göre 18 Aralıkta) yeni bir romana başladım. Şimdi de, gece gündüz, bunun üzerinde çalışmaktayım. Kitabın fikri çok eski, ama daima, eskiden beri beğendiğim bir fikir. Ama şimdiye kadar bunu ortaya çıkaracak cesareti kendimde bulamadım. Eğer bu çalışmaya başlıyorsam, bunun tek sebebi son derece umutsuz bir durumda olmamdan ileri geliyor. Ana fikir, gerçekten mükemmel bir asil adamın hikâyesi. Bu ise dünyada yapılabilecek işlerin en zoru, hele bu günlerde. Bütün yazarlar, sadece bizimkiler değil, yabancılar da mutlak güzelliği belirtebilmek için bir sürü arama yaptılar, ama hepsinin çalışmaları birbirine eşitsiz oldu. Zira bu son derece güç bir şey. Burada ana fikir güzellik. Ama bu fikirler, bizde olduğu gibi, medenî Avrupada da uzun zamandan beri sallanıp durmada. Dünya üzerinde, gerçek ve mutlak güzelliği temsil eden tek bir kişi vardır, o da Hazreti İsa. Bu sınırsız güzel kişi de, aslında, elbette ki büyük bir harikadır. (Aziz John yazdığı İncilde devamlı olarak bu düşünceden bahseder. John bu güzelliğin insan şeklinde, hayal gibi ortaya çıktığını görmüştür ) Açıklamalarımda çok fazla ileri gittim. Sana şunu da söyliyeyim ki, bence Hristiyan edebiyatının asil kişileri içinde en mükemmeli bence Don Kişot’tur. Don Kişot, asil olduğu gibi aynı zamanda da komik bir kişi. Dickens’in Pickwick’leri (Don Kişot’tan çok daha zayıf kişiler olmakla beraber, büyük bir eserdir bu) de komiktirler ki, bütün büyük değerleri de bundan ileri gelmektedir. Okuyucu kendi kıymetinin farkına varmadan, onlara karşı bir sevgi ve şefkat duyar. Mizah yazılarının en büyük sırrı da okuyucuda bu sevgiyi uyandırabilmektir işte. Aynı şekilde Jean Valjean (Not: Hugo’nun «Sefiller»inin kahramanı) dikkate değer bir denemedir, ama o, okuyucunun sevgisini sadece, korkunç kaderi ve toplumun kendisine yaptığı haksızlıklar sayesinde kazanır. Ben şimdiyedek buna benzer olumlu bir şey bulamadığım için kitabımın tam bir başarısızlık olmasından korkuyorum. Tek ayrıntılar belki o kadar kötü olmayacak. Ama korkum romanın sıkıcı olabilme ihtimali. Çok geniş ve uzun bir şey olacak. Birinci kısmı, yirmi üç günde tamamlayıp, geçenlerde yolladım. Birinci kısımda hiç bir hareket yok. Sadece itiraflardan meydana gelen bir önsöz. Kitabın bütününe hiç bir zarar vermiyeceğini biliyorum ama, ne bir şeyi aydınlatıyor ne de bir mesele veya olayı ortaya koyuyor. Tek isteğim, okuyucuda ikinci kısmı okumak için bir merak uyandırmak. İkinci kısma bu gün başlıyorum ve bir aya kadar da bitireceğim. (Her zaman böyle çabuk çalışırım.) Bunun birinci kısımdan çok daha kuvvetli ve anlamlı olacağına inanıyorum. İşte böyle sevgilim, bana başarı ve iyi talihler dile. Romanın ismi «Budala» ve bunu sana adıyorum Sofia Alexandrovna.. Sevgili dostum, umarım ki kitabım bu adamaya yakışacak bir değerde olur. Elbetteki ben kendi kitabım hakkında bir hüküm veremem, hele içinde bulunduğum bu heyecanlı durumda.. (...)" (Fyodor Mihayiloviç https://1000kitap.com/yazar/dostoyevski ,
Dostoyevski'nin Mektupları
Dostoyevski'nin Mektupları
, Ararat Yayınevi, 2. Baskı, Haziran 1973, İstanbul, Syf: 133 - 134) İşte böyle diyor Dostoyevski yeğeni Sofia Alexandrovna'ya Budala romanı hakkında. Doğrusu, birçok yönden özetlemiş zaten romanı yazar. Bu yüzden de romanın konusuna, karakterlerine pek değinmeyeceğim. Fakat yine de bazı bazı lakırdılar edeceğim haliyle... O zaman Dostoyevski'nin lafları kadar cafcaflı olmasa da ben de giriş yapayım sözlerime... Evvela karakter hakkındaki ufak değinmelerimden başlasam gerektir. Kahramanımız Prens Lev Nikolayeviç Mışkin. Yazarın da dediği ve ünvanından da anlaşılacağı üzere bir asil.. Soylu.. Ama prensin asaleti soyundan ziyade kişiliğinden kaynaklıdır. Bilindiği gibi kişilik yönünden asil olanlar da çokça budalaya benzetilir. Zira hal ve tavırları bir budalanınkinden farksız olur. Dostoyevski, işte o muhteşem toplumsal gözlem gücü ile bunu fark ettiğinden olsa gerektir ki bu karakteri budala olarak tanımlatır diğer karakterlere... Bunun dışında, prensin mevcut olduğu tüm özelliklere bakıldığında, romanın girişinden dahi Dostoyevski'nin özelliklerini taşıdığını gözlemleriz. Şöyle ki, romanın ilk sahnesinde Prens tren ile Rusya'ya gelmektedir. Bir hastalık dolayısıyla çıkmış olduğu yurt dışından geri döner. İsviçre'ye gitmesine rağmen Avrupa'nın belli başlı ülkelerini de gezmiştir. Fransa'ya gitmiş, giyotin ile idama şahit olmuş ve bunun etkisinden uzun süre çıkamamıştır. Şimdi de Dostoyevski'ye bakalım; yurt dışına ilk çıkışı sara nöbetleri yüzünden olur (Prens de sık sık sara nöbeti geçirir -bilinenin aksine Dostoyevski kumar borçlarından kaçmak için terk etmez ülkesini, ama yurt dışında iyice kumarbaz olur ve borçlardan dolayı dört yıl geri dönmez), İsviçre'ye gider o da, diğer ülkeleri gezer, Fransa'ya gider ziyaretinin sonlarına doğru ve Prens gibi o da giyotin ile idama şahit olur ve bu Dostoyevski'nin üzerinde derin izler bırakır. Bunların yanı sıra bazı bazı Prensin ağzından kendi yaşamına dair izler de aktarır. Kendi başından geçen olayları anlatır. Sözgelimi, kitapta yetmiş ikinci sayfada prensin ağzından kendi idam kararını ve o kararın nasıl da son anda bozulduğunu ve oradaki psikolojisini anlatır. Yazmak isterdim buraya fakat çok uzardı bu sefer. Psikoloji demişken Dostoyevski, karakter tahlillerini öylesine derinlemesine yapar ki, tek sorun veya tek hata bulmak imkansızdır. Karakterlerin olayları gözlemlemesi, olaylara verdikleri tepkileri, psikolojik yapıları muhteşem ötesidir. Ki, kitaplarını okudukça Sigmund Freud'un dahi Dostoyevski'den boşu boşuna etkilenmediğini anlamış oluyoruz. Değinmek istediğim diğer bir konu ise, o zamanın gençlerinde görülen nihilizme de yer verir yapıtında Dostoyevski. Yaşamının belli bir döneminde bu akıma sıcak bakmış olsa da romanda da karşılaştığımız gibi sonradan pek sıcak bakmaz. Daha doğrusu, nötr olur bu akıma karşı. Ne savunur, ne de yerer. Ve gelelim sıkıcılık mevzusuna... Ruhumu sömürdün Dostoyevski, ruhumu! Allah cezanı versin e mi!? Aga sen hayırdır ya! Bu kadar uzatmanın manası ne? La oğlum yap şu romanı 400-500 sayfa, o bile fazla la... Yemin ederim iki yüz, üç yüz gereksiz sayfa var kitapta.. boş boş uzatıp durmuş kimi yeri.. La bir de adam bunun farkında! La oğlum madem sıkıcı olmasından korkuyon, madem boş yere uzattığını hissediyon, la oğlum atsana o sayfaları!.. Ne yevmiye çalışan işçilerin daha fazla para almak için işi uzattığı gibi romanı uzatmışsın abisi? Paraya ihtiyacın var, eyvallah... Yalnız kemirdin ruhumu, sömürdün, emdin bitirdin yaşama zevkimi bilader... Huh!.. Nasıl içimde birikmişse artık... Devam edelim şimdi. Aglaya İvanovna = Feminizm. La bu dur bebe, daha feminizm ortaya çıkmamış, sen feminist karakter yaratmışın la. Hayırdır? Neyse neyse, bu kadar yeter. Adam geleceği görmüş bilader... Bu kadar iyi tahlil ve gözlem gücüm olsa ben de böyle olurdum. Herif iyi analiz yapıyor aga.. Diyecek laf yok. İleri görüşlü diyor ve bu konu için susuyorum. Gelgelelim Dostoyevski'nin Gogol ve Puşkin'den etkilendiğini bilmeyenimiz yoktur sanırım. Bu romanında da bu iki usta yazarı anmış ve onlara atıflarda bulunmuştur. Bu iki usta yazar dışında da
Aleksandr Griboyedov
Aleksandr Griboyedov
'un
Akıldan Bela
Akıldan Bela
adlı yapıtına da sık sık gönderme yapmış. Neyse!.. Acısıyla tatlısıyla bu roman da bitti. Eğer belli başlı yerlere güç getirip sabredebilir iseniz, okumanızı kesinlikle tavsiye ederim. Ama yok, ben sıkılırım, patlarım, geberirim diyorsanız da, kusura bakmayın yapacak bir şey yok. Mahrum kalırsınız. Ama keşke daha az ve öz yapsaymış... Sağlık olsun.. Herif böyle uygun görmüş böyle yazmış. Bize de dişimizi sıkıp sabredip okumak düşer. Keyifli okumalar dilerim. Sağlıcakla kalın..
Budala
BudalaFyodor Dostoyevski · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201225,1bin okunma
··
38 görüntüleme
Lev Nikolayevich Myshkin okurunun profil resmi
Kahramanın isminin Tolstoy'un ismi ile ayni olduğunu gördüğüm zaman tek düşündüğüm onu anlattığı olmuş idi. Nasıl ki Dostoyevski insanların dip taraflarını anlatır iken Tolstoy insanın yüce taraflarını daha çok ele almıştır, bunun gibi Prens Mişkin'de Tolstoy gibi çoğu yerde insanın yüceliğine uygun olarak hareket etmiştir. Bana göre Dostoyevski'nin yazdığı en iyi eser BUDALA eseridir diyebilirim.
Mehmet Admış okurunun profil resmi
Tolstoy okumadım. Onun için böyle bir benzetme yapamazdım. Fakat Prens Mışkin ile Tolstoy'un isimlerinin benzerliği ve bunun bir anlam taşıyıp taşımadığı sorusu aklıma geldi yalnızca. Fakat üstünde durmadım doğrusu. Ama dediğim gibi Prens ile Dostoyevski aynı gelişim sürecinden geçmişler ve Dostoyevski bana göre kendini anlatmıştır bence. Dediğiniz de yabana atılır cinsten değil tabii.. En iyi eseri, benim için daha o lafı söylemeye vakit var. Zira daha okumuş olduğum ilk eseri bu... Mektupları hariç...
Lev Nikolayevich Myshkin okurunun profil resmi
O halde sonrasında Dostoyevski'nin Suç ve Ceza eserini size tavsiye ederim.
Mehmet Admış okurunun profil resmi
Herkes tavsiye ediyor. Okuyacağım.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.