Gönderi

MART AYI HİKAYE ETKİNLİĞİ ANKARA NUMUNE HASTANESİ 2008 ‘’Allah belanı versinnnn Hamdiii’’ ‘’ Kesin çıkarın şunu içimden diyorum size....’’ ‘’Nerde bu herif?? Çocuğunun da …senin de Hamdiiiii…sülalenin de… topunuzun…’’ İnsülin tedavi planı için çağırıldığı doğumhanenin koridorları tiz çığlıklarla yankılanıyordu. Diyabetik gebenin şeker takiplerini görüp çıkacaktı ama gördüğü sahne karşısında bir adım dahi atamadı. Yüzü patlamak üzere mosmor bir balona dönmüş, ıkınırken ısırdığı dudağından sızan kanla karışık salyaları gözyaşlarıyla buluşmuştu doğum masasındaki hastanın. Karşısında durup talimatlar veren uzun boylu, oldukça heybetli kadın doğum uzmanının tok sesi hastanın envai çeşit küfürlerini bastırıyordu: ‘’ IKIN.. VAR GÜCÜNLE IKIN… IKIIIIIINNNNNN… Bu kadar mı tüm gücün?… Boyundan utan yaw… IKIIINNNNN…’’ Sesi öyle emrivaki, öyle kesin, öyle tavizsizdi ki, kapının dışında dakikalarca hastayla beraber ıkındığını sonradan fark etti . Neden sonra ‘dünyaya merhaba’ çığlıklarını işitince kendine gelip, tekrar girebildi içeri. Karşısındaki sanki o küfürleri savuran kadın değildi de, bembeyaz bir melek kucağına aldığı yavrusunu öpüyor, kocaman gülüyordu zerre sıkıntı çekmemişcesine. ‘’Bir kere daha olsa.. bin kere daha …. Gene doğururum….’’ diye sayıklayıp, yavrusunu kokluyordu habire. Tedavi notunu yazıp sıradaki hastaya giderken sayıklıyordu o da kendince ; ‘’ Bir hasta daha…bir hasta..’’ Acilden 80 yaşlarında bir bayan hasta için çağırılmıştı. Yaşlı hastanın etrafında altı hasta yakını hararetle tartışıyorlar, uyarılara rağmen acili boşaltmıyorlardı. Sedyede üstü başı pis, tırnakları belki aylarca kesilmemiş, yaklaştıkça çürümüş peynir ve ter karışımı kokular salan kat kat elbiselerinin arasında, büzüşmüş kokarca misal yaşlı bir teyze vardı. 35- 40 kilo kadar kalmış, çenesi öne çıkmış, gözlerin dış katmanı dahi pörsümüş hastayı muayene ederken, altının da uzun zamandır değiştirilmemiş olduğunu fark etti. Anlaşılan o ki, bakım evi yerine hastaneye getirilmişti teyze. Etrafında beş oğlu, bir kızı vardı. Aklına bir an, doğumhanedeki o sahne geldi. Demek toplam 6 kez doğum yapmıştı Hacer Teyze. 6 çocuğu için yıllarca geceleri uykusuz kalmış, hepsinin tırnaklarını kesmiş, altlarını almış, yedirmiş, büyütmüş, koca ömrünü feda etmişti işte. Devamlı saate bakan hasta yakınlarının belli ki acelesi vardı. İşleri çok, vakitleri azdı. Basit bir enfeksiyonu olduğunu, yatış endikasyonu olmadığı için evde anitibiyotık tedavisiyle kontrolü gerektiğini, acilden taburculuğunun yapılabileceğini yazıp yukarı çıkacakken, yatış yapılmadığını duyan oğlu biricik annelerinin hesabını sormak için önüne atladı. Duyarlı hasta yakınlarına gerekli tedaviyi yazdığını, diğer ihtiyaçları için bakım evine götürebileceklerini ifade etmesine rağmen büyüyen tartışma sonunda, en küçük oğlu belli ki biraz sarhoş, belindeki tabancayı çıkarıp üstüne yürümüştü. Güvenlik görevlilerinin kendisini kurtarıp kilitlediği odadaki televizyondan haber spikerinin sesi geliyordu: ‘’Türk Tabip odasının yaptığı son istatisliğe göre şiddet gören doktorların çoğunun KADIN hekimler olduğu görüldü….’’ O sırada telefonu çaldı, arayan annesiydi. Durumu izah etmesine fırsat vermeden, annesi şikayetlerini sıralamaya başlamıştı. Yüzbinlerce karınca ayaklarından tüm vücuduna dağılıyor, kafası kaynayan kazanlarda haşlanıyor, beyni matkapla deliniyor, kaynar hamamda tüm vücudu haşlanıyordu. Kaç defa soğuk duş almış, kaç defa dışarı çıkmıştı ama nafile. Tüm tetkikleri normaldi. Menopoz demişti annesine kaç defa ama onu anlayan yoktu, belki de kızı duymadan başka doktora gitmeliydi. Menopoz şikayetleri için hormon tedavisi de tam güvenilir değildi zira kanseri tetikleyebiliyordu. Kaç gecedir uykusuzdu, bir ihtimal yorulup da uyurum diye tüm mutfağı silmiş, tüm merdivenleri on defa inip çıkmış, kaç kase yoğurt yemişti. Bir damlacık uykuya hasretti. Beyninin oluklarında yüzbinlerce karasinek vız vız vızıldıyor, ateşinden beyin lopları fokur fokur fokurduyordu. Tam uyku bastıracak oluyor, bu sefer de kocasının horlamasıyla siniri bozuluyor, ateşi daha da çıkıyor, menopoz cehenneminin ortasında UYUYAMIYORDU. Belki azıcık anlatsa eşine, psikolojik olarak rahatlayacaktı ama eşinin her zamanki gibi önemli işleri vardı. Akşama kadar kanal kanal haber izliyor, siyaset laboratuvarlarında üretilen mikropların kustuğu nefreti emiyor, akşama kadar sindirmeye çalışıyordu. Eşinin sıkıntısıyla vaktini israf edemezdi elbet. Zira bir erkek olarak meselesi büyüktü, vakti yoktu. Telefonu açık bırakıp cebine koydu, sonrasında da o karmaşanın içinde herkes gibi o da tamemen unuttu annesini. Sarhoş hasta yakınının uzaklaştırıldığını haber verince görevliler, usulca yukarı çıktı. Kim olduklarını hatırlatmak isteyen hasta yakınları çoktan kendisini hasta haklarına şikayet etmişti bile. Onca işinin arasında yarın bir de savunma yazacaktı. Annesinin sıcak basmaları ona da sirayet etmişti muhtemel, önlüğünü koymak için doktor odasına girdiğinde içerideki kıdemli asistanların sohbetine kulak misafiri olmuştu. Daha birkaç gün önce Kadınlar Günü’nde bölüm sorumlusu bayan hocalarına kocaman çiçekler almışlar, vizitte kadın hakları hakkında destanlar dizmişler, sosyal medyada bilmem kaç tane duyarlı msj paylaşmışlardı. Dr. Ekrem çömezine biraz önce odadan çıkan hemşireyi şikayet ediyordu; -‘’ Bu da dır dır… eksikse eksik order, gardiyan gibi iki de bir… hep mi aynı nöbete gelir insan ya.. – karşılanmamış östrojen sendromu- bununkisi… !!!!‘’ Devamını dinleyememişti. Uyumamak için içtiği o kadar fincan kahveyi suratına kusmak istedi Ekrem’in. Bel altı zihniyetin yönetimine girmiş, gerzek, ukala beyinlerin fazla testesteronla küçüldüğü bu yeni nesil bozuk genetiğin tedavisi mümkün mü acaba diye düşünürken, birkaç gün önce odadan çıkan hemşire hanımın anlattıkları geldi aklına. Bir hafta önce öğrenmişti biyopsi sonucunu. Hem de bu yaşta hızlı ilerleyen bir meme kanseriydi eline gelen kitle. Ameliyat aşamasını çoktan geçmişti. Zamanının çoğu hastanede geçerken nasıl da fark edememişti oysa. İki küçük çocuğu olmasa bu kadar üzülmezdi belki de. İki yıl önce bırakıp gitmişti babaları. Hem anne hem babaydı zira Hale hemşire. Kemoterapi sürecinde kime bıraksaydı çocukları?? Babalarını aramıştı ama işleri yoğundu. Zira erkekti, vakti yoktu, kocaman testesteron havuzuyla baş etmek zorundaydı ki, meselesi elbet büyüktü. Evet, Hale hemşire karşılanmamış östrojendi; sevgi, fedakarlık, sadakat, anlayış ve en önemlisi karşısında INSAN bulamamış bir KADINDI. Nöbeti devrederken kimseyle gereksiz konuşmadı. Annesini biran önce serinletebilmek için işlerini bitirip dolmuş durağına koştu. Zira o zamanlar çoğu KADIN sürücü gibi tehditkar kornalarla korkutulup trafıkte sıkıştırılacağı bir arabası henüz yoktu. Gözlerini açtığında en son hatırladığı, beşik gibi sallanan dolmuşun en arkasındaki boş sıranın pencere kenarına oturup, yapılacak iş listesini gözden geçirdiğiydi. 48 saat blok nöbet tutmuş, sadece 2 defa yarımşar saat gözlerini dinlendirebilmişti. Ani frenle birden uyandığında; kafasını koyduğu omuzdan korkuyla kafasını kaldırıp yanındaki yolcuya baktığında 32 diş sırıtan 50 yaşlarında bir adam görmüştü. Panikle açıklama yapmaya çalışmış ama cümle kuramamıştı. -‘’ ben.. nöbetten … kimse yoktu en son burada.. fark etmedim… isteyerek koymadım kafamı… özür dilerim ..’’ diye hecelerken eşyalarını toplayıp kalktı oturduğu koltuktan aceleyle. -‘’Olur mu baayaaan, her zaman başını koyabilirsin, ne zaman ihtiyacın olursa ‘’ diyen adam elindeki kartı cebine sıkıştırmaya çalışınca; cevap bile vermeden, hangi durak olduğuna bakmadan inivermişti birden. .....
··
100 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.