Gönderi

96 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Türkçe Meselesi - Kitap İncelemesi
Kitap ön söz dâhil on iki bölümden oluşmaktadır: Türkçe Meselesi 1, 2, 3, Fransa’dan Mektup, Uydurma Dil Modası, İnönü Atalar Mirası Dilimizi Harap Etti, Vekâletin Emri Millî Şef’in Emridir, Bahsin Sonu, Dil Beyannamesi Münasebetiyle, Dil Meselesi Hakkında, Beyanname, Son Söz. Bölümler arasında bir kopukluk bulunmamaktadır. Genel olarak belli dönemler arasında yapılmış olan dil çalışmaları eleştirilmiştir. Bu dil çalışmalarının yanlışlıkları üzerinde durulmuş, siyasîlerin dili nasıl tahrip ettiklerinden söz edilmiştir. Tüm söylemlerini kimseden çekinme kaygısı olmadan yapan Ali Fuat Başgil, bu nedenlerden dolayı çok fazla eleştiriye maruz kalmış, hakkında davalar dahi açılmıştır. Kitabın içeriğini, 1945 senesinin yaz ayları sonunda Cumhuriyet ve Vatan gazetelerinde makale olarak çıkmış, daha sonra da 1948 senesinde “Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti” tarafından küçük bir broşür halinde neşredilen yazılar oluşturmaktadır. Başgil, bazı yazılarını kitaba dâhil edememesinin nedenini şu şekilde açıklamıştır: “İlk yazıda bazı parçalar, gazete idarehanesince pek şiddetli görülerek çıkarılmıştır. Bunu yazının intişarında öğrendim ve esef ettim. Bu ilkyazının umumî çehresinde göze çarpan buruşuklar ve selikasında sezilen sekmeler yüzündendir. Çıkarılan parçaları bu eserde yerlerine yerleştirmek ve yazıya asil çehresini vermek istedim ise de buna imkân bulamadığım için üzüldüm” s.11. Türkçe Meselesi 1 bölümünde okuyucularla Türkçemiz üzerine dertleşeceğinden söz eder yazar. Niçin Türkçemiz dediğini de açıklar. Türkçenin tek olduğunu, öz Türkçe, Osmanlıca, beyaz Türkçe vb. gibi birkaç dil olmadığından dem vurur. Dilimizin başına gelenlerin, uğradığı suikastın hiçbir büyük milletin başına gelmediğini ve tarihte misli görülmediğini de aktarır. Ve diğer bölümlerin bu düşünce doğrultusunda ilerleyeceğini de kaydeder. Kitabı niçin yazdığını da şu sözlerle belirtir: “Sizinle burada dilimizin talihsizliği üzerine dertleşecek, içimin acılarını dökeceğim. Bir mütehassıs gibi yahut bir partici ve politikacı gibi değil; neticesi, nesillere sürecek olan en büyük bir memleket meselesi üzerindeki kanaatleri söylemek vazifesiyle, vicdanen ve ahlâken mükellef bir vatandaş gibi konuşacağım” s.15. Türkçeleşmiş kelimelerin artık Türkçe olduğunu ve o kelimeleri Türkçeden atarak büyük bir dil erozyonuna uğrayacağımızı kanıtlar Başgil. Dilin bir alışkanlık olduğunu, bir anda dili değiştirmenin asırlar içinde nesillerin dimağındaki dil hafızası merkezlerinde köklü bir tabiat ve istidad haline gelmiş ve nev’in biyolojik varlığına yerleşmiş bir alışkanlık olduğunu, bu alışkanlık terk edilirse geri dönülemez bir yola saplanacağımızı tüm gerekçeleriyle ortaya koyar. İkinci bölümde yine aynı konu üzerinde durulmakla birlikte bu meselenin halka izah edilmemiş olduğunu, hatta dil konusunda söz sahibi kişilere dahi danışılmadan, niçinliği ortaya konmadan yapılmış olduğunu eleştirir. Bundan dolayı yaşadığı bazı anılara yer verir. 1938 yılında dil meselesi üzerine konuşulacak bir toplantıda, fikirlerini dürüstçe ortaya koyduğu için birtakım profesörlerce kötü bir muameleye uğramıştır. Öz Türkçe olarak sunulan safsatanın Dil Kurumunca da benimsenip eleştirmediğine hayret eder. Dilci ve gramercilerin el birliğiyle bir millet dili icat ettiğinin görülür şey olmadığına dikkat çeker. Üçüncü Bölüm: Dil meselesi üzerine fikirlerini açıkça ifade etmek isteyen kişiler, hükümetçe insanların düşünemeyeceği tedbirlere ve zorlama vasıtalarına uğramışlardır. Başvurulan tedbirlerin en orijinali de mektep ve liselerde, üniversite ve enstitülerde öğretme ve yetiştirme vazifesi almış olan memleket seçkinlerinin diline ve kalemine konulan kelime ve tabir yasağı, zalim bir sansür baskısıdır. Hocaların derslerinde resmî fikirleri aynı vasıftaki kelimelerle tekrar etmelidir. Eğer etmezse o kelime ve tabirler ki yerleşmiş memleket dilinin kelimelerine mahsus olan fikir ve duygu tedavisinden, iyilik ve güzellik ilham etme hassasından mahrum, vitrin mankenleri gibi cansız birer kalıptan ibaret olacaktır. Fransa’dan Mektup bölümünde, Türkiye’de son yıllarda neden ilim adamı ve yüksek tefekkür şahsiyetlerinin yetişmediğini sorgular ve cevaplar yazar: Hava, iklim, muhit. Âlim yetiştirmek için manevî bir havaya, iklime ve muhite ihtiyaç vardır. Fakat o yıllarda bunlardan eser yoktur. Emniyet, hürriyet ve adalet olmayan yerde hizmet, feragat ve hasbilik olamaz. Haliyle bunlarsız ilim hayatı da doğmaz ve âlim yetişmez. “ Bu şartlar altında ve bu hava ve iklim içinde sen neye ilim adamı olamadın diye sormak, fırtınaya tutulmuş, altı üstüne gelen bir geminin yolcusuna, neye öğürüyorsun diye sormak kadar abestir” s.42. Fransa’ya baktığımızda bu kelime yabancıdır diye, bu kelimeleri atmak ve yerlerine kelime onların hayallerine bile gelmez. Keza Amerika’da da durum aynı. Bize gelince senelerden beri diktoriyal liderlerin dili değiştirme çabası içerisine girdiğini, bizleri köklerimizden uzaklaştırma gayesinde olduklarını görürüz. Neticede de yıkılan dil ile birlikte ilim ve fikir hayatının da yıkılmış olduğunu görüyoruz. Çünkü bir insan bildiği kelime adedince düşünebilir. Bununla birlikte halkımız da ikiye bölmüş durumdadır: Millî Dilciler ve Uydurmacılar. Dil Kongresiyle birlikte uydurma dile karşı çıkanlar daha gür bir seda ile seslerini çıkarabilmişlerdir. Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti de bu doğrultuda birtakım çalışmalar yapmış ve beyanname yayımlamıştır. Beyannameyi kitabın bütününde anlatılan düşünce olduğu için sonuç olarak değerlendireceğim: 1.Halk, hükûmet ve idarenin dilinden, ana babalar çocuklarının mektep ağzından bir şey anlamaz olmuş genç nesil yetişkinlerin bilgisinden ve birikmiş tecrübelerinden istifade edemez bir hâle gelmiştir. 2. Dil işi bir hükümet, parti ve politika işi değildir. Dile müdahale ve dilde tasarruf, ilim, ihtisas ve kalem sahibi insanların işidir. 3. Öz Türkçe maskesi altında uydurma bir dil çıkarılmıştır. Bu dilin mektep kitaplarına, mahkeme ilamlarınai kanun metinleri ve resmî daire yazışmalarına, radyo ve ajans neşriyatı yoluyla içimize girmesine taraftar değiliz. 4. Vatandaşları beğenmedikleri bir dili kullanmak için TBBM dâhil kimse zorlamamalıdır. 5. Devlet kitabı denilen ve hükûmetçe ısmarlanıp yazılan mektep kitapları mecburi tutulmamalıdır. Bu cemiyetin dil akademisinden bekledikleri hizmetler de şunlardır: a. Yaşayan Türkçeyi uydurma kelime ve tâbirlerden temizlemek, b. Yaşayan Türkçede karşılığı varken Batı dillerinden alınan keliömeleri iade etmek, c. Türkçeyi ırkçılıktan kurtarmak ve artık Türkçeleşmiş olan kelimeleri Türkçe kabul etmek, d. Yaşayan Türrkçenin mükemmel bir kamusunu, sarf ve nahvini yapmak, e. Dili ilmî bir zabıta altına alıp resmî ve keyfi müdahalelerden kurtarmaktır (s.88, 89). Kitabın son bölümünde de yazar, dönemin insanlarını protesto yapmaya davet eder ve neler yapmaları gerektiğini de ifade eder. Kitabın sayfa sayısı okuyucuyu sıkacak uzunlukta değildir. Dilinin açık ve yalınlığı okuyucunun ulaşacağı bilgiye en anlaşılır yollardan ulaşmasını sağlamaktadır. Yalın ve net ifadeleriyle okuyucunun aldığı bilgiyi anlamasını kolaylaştırmaktadır. Delillerin yanı sıra fikirlerini sunuş yolu karşı taraftaki alıcıyı düşünmeye ve akıl ile idrake zorlamaktadır. Nitekim gerekli bilgi düzeyine sahip olan okuyucu kitlesi kadar herhangi bilgi birikimi olmayan kişilerce de kolaylıkla okunabilmektedir.
Türkçe Meselesi
Türkçe MeselesiAli Fuad Başgil · Yağmur Yayınları · 2012186 okunma
·
20 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.