Utan utaaan, utanmayan insan olur mu laaan!?
Baharın gelişini selamlayan kuşların cıvıltısı odasına kadar uzanmış, neşeli bir günü dişlerine kadar getirmişti. İlk iş yataktan hızlı bir şekilde kalkacak gazetesini kurtaracaktı. Gazetesi ya çalınıyor ya da birileri tarafından okunarak örseleniyordu. Dışarı çıkmasıyla alnının kırışıklarının yüzüne resim olması bir oldu. Gazete yoktu. Teknolojiye olan düşmanlığına kızıyordu şimdi. Çağın gerisinde kalışıyla övünürken bunu daha fazla sürdüremeyeceğini fark ediyordu artık. Sonra durup düşündü: Acaba diyordu yine kötü bir durum yaşandı da Hulki efendi gazeteyi koymak istemedi. Bir an içine oturan o kurşuni şüpheyi tanıdı.
Hulki yıllardan beri gazetesini bırakıp giden adamdır. Gazete de kötü bir haber olunca -özellikle kadın cinayetleri, cinsel istismar, ensest vb – koymak istemez, faturanın kendisine çıkacağını bilirdi. Acaba dedi yine bir sıkıntı mı oldu? Yine mi Allah'ım yine mi? Ötelerden beri tanış olduğu bu şüphenin damarlarından akarak beynine ulaştığında pencereyi açıp az biraz oksijen barındırsa da havayı içine nüfuz etmeye çalıştı. Ayakları bir ileri iki geri gidip geliyordu. Öyle kötü bir haber varsa bile bu haberi bünyesine kabul ettirecek mahiyette bir güce sahip olmalıydı. Kahvaltısını yapmak için birtakım hazırlıklara girişti. Süheyla hanım 36’larında dul bir kadındı. İyi bir aile eğitiminin yanısıra yurtdışı destekli iyi de bir eğitim almıştı. İş hayatını bırakmış eşinden kalan miras ile hayatını idame ettiriyordu. Genel anlamda hayatından memnun bir bireydi.
Bugün onun komşularına gitme günüydü. Aslında komşularını günahı kadar sevmezdi. Sırf kafasında kendi iç sesi dışında birtakım sesler biriktirmek ve kafasını dağıtmak amacıyla onları ziyaret ederdi. Saate baktı ve artık gitmek için kapıya yöneldi. Apartmandan sesler geliyordu, kadınlar iştahlı iştahlı çıkıyordu merdivenleri. Artık o da varmıştı komşusuna. Hoşbeş, dedikodular, kontralar, kahkahalar birbirlerini kovaladı. Artık kafasının yeterince bu boş şeylerle boşlukta gezindiğine kanaat getirdiğinden kalkmak istedi. Sonra ısrarların beraberinde oturuverdi. Komşularından Sevde hanımın üniversiteye giden bir oğlu vardı. Anlat anlat bitiremiyordu oğlunun maharetlerini, bir gün o kızla diğer gün başka kızla birlikteydi. Hatta üç kızla aynı anda sevgili olmuşluğu bile vardı. Bunları övüne övüne anlatıyordu, laf kızından açıldığında ise suratı yere düşüyor, bir koca bulması dahilinde sırtındaki yükün kalkacağını söylüyordu. Süheyla hanım’ın olduğu ortamda TV açılmaz, radyo dinlenilmezdi. Bu kuralın getirdiği sınırı komşuları asla geçmez, saygıdan çok ondan hallice korkarlardı. Feminist yanını bildiklerinden de kötü haberler aldıklarında sus pus olurlar, konunun etrafından bile geçmezlerdi. Yine Sevde hanımın küçük oğlu ani bir hareketle TV’yi açıverdi. Açılır açılmaz haberlerde genç bir kızın önce tecavüz edilip sonra da hunharca katledildiğine ilişkin bir haber gözleri kanatıyordu adeta. Süheyla hanım dışındakiler ''vah vah, tüh tüh'' tarzı yakınmalar sergilerken o şok içerisindeydi. Yanında bulunan Sevde hanımı göz ucuyla süzdü. Boğmak istiyordu onu! Çünkü çok değil 5 dakika önce oğlunun yaptıklarıyla övünürken şimdi üzüntülü haller sergiliyordu. Hiçbir şey demeden kalktı, koştu ve kendini sokağa attı. Gözyaşlarına boğuldu. Zihninin bir köşesinde ölen kızın annesinin feryatlarının sesi yükseliyordu, içi parçalandı. Gözyaşları kuruyana dek ağladı, ağladı, ağladı.
Süheyla Hanım gittikten sonra, komşular aralarında konuşuyorlardı. Pakize hanım lafa girdi:
‘’Aman canım, biz üzülmüyor muyuz? Ama bu kadarı da fazla değil mi sizce de? Birden kalkıp gitmeler, ayıp canım şurada ayda bir buluşuyoruz. TV’de gördüğün kız senin akraban mı, kızın mı, komşun mu? Bu kadar etkilenecek ne var. Onunki de azıcık şov bence!’’
Sevde Hanım:
‘’Bunun yüzünden konuşamaz da olduk. Nasıl ters ters bakıyor kız Azize gördün mü? Gözleriyle yiyecek sandım, kocasızlık buna yaramamış, ateşi başına yükselmiş. Bunun ilacını yazıyorum nah şuraya: 1 adet koca!’’
Kahkahalar koridordan sızıp apartman boşluğuna doluyordu. Süheyla hanım yürüye yürüye sahili bulmuştu çoktan. Allah'ım diyordu, cennete inanmıyor olsaydım şuracıkta kendimi boğabilirdim. Oysa kimse bilmiyordu Süheyla hanımın derdini, iç ettiği meseleleri. Ön yargılı olmak nefes kadar su kadar olmazsa olmazımızdı ne de olsa. Ötelerden evladının bu şekilde katledildiğini bilmeden ileri geri arkasından dedikodusunu yapmışlardı. Bir ateşin var olduğunu kabul etmek için illa o ateşte yanmak mı gerekirdi?
Azize hanım lafa girerek:
‘’Allah kimseye kaldıramayacağı yük vermesin, Süheyla hanım’ın verdiği tepkinin yerli yersiz yanları var ancak tadımızı kaçırmamak da istemiş olabilir. Benden sana tavsiye Sevde oğullarına az akıl ver, uzak dursunlar bu soytarılık panayırından. Bugün ona yarın sana diğer gün bana. Hiç derste çıkarmaz mısın yaşananlardan?’’
Sevde adeta kükremişti:
‘’Benim oğlum sadece gönül eğlendiriyor, hiç bezi olmaz o taraklarda!’’
Azize Hanım: ‘’Sen bilirsin, yine de çocuklarının kötülüğünü istemem, severim seni de çocuklarını da’’
Hulki efendi artık gazeteleri saklamıyor üçüncü sayfa haberlerinde kadın cinayetleri olsa dahi Süheyla hanımın gazetelerini bırakıyordu kapı önüne. Ağır bir papara yemiş ve epey küskündü. Süheyla hanım yine bir gün gazetesini okurken aklında keskin bir düşünce belirdi. Acaba diyordu, bu olayları afişe etmek mi lazım yoksa üstünü kapatmak mı? Çünkü ne zaman bir olay patlak verse zincirleme diğerleri de yaşanıyordu. Önce bu sorunun cevabını bulup sonra da mücadelesini verecekti. Çocukluğunu düşündü birden, annesinin kendisine söyledikleri belirdi zihninde: İnsanın ilk vatanı kendisidir yavrum, bedeni de topraklarıdır. O toprakları evlenene kadar muhafaza etmen gerekir. Sonra pişman olma kuzum diye de eklerdi. Daha küçüktüm bunları dinlerken olayın ciddiyetini tam olarak kavrayamadığımdan sokakta birlikte oynadığımız insanların masumiyeti sinmişti düşünceme. Ya da sokaktan gelip geçerken bana şeker veren postacı Adem abinin. Saçımı okşamadan asla yanımdan geçmeyen Bakkal Nuri’yi de eklersek cinsiyet ayrımı sadece sözgelimi işgal ediyordu dünyayı.
Cevabı bulmuştu Süheyla hanım. Bu olayların afişe edilmesi diğer olayların da fitilini ateşliyordu. Gazete gazete dolaştı, tanıdıklar vasıtasıyla birilerinin sözünü en azından dinlemesini istiyordu. Ancak ne ettiyse sözünü dinletemedi. Çaldığı çoğu kapıdan kovuldu, diğerleri de yarım kulak dinlediler. Bir gün gazeteyi bırakıp giderken yakaladı Hulki Efendi’yi kapıda. Üç beş söz ile gönlünü aldı. Biraz daha fazla konuşsalar adları çıkar diye korkusundan acele acele sordu: ‘’Sen her yeri gezersin, bilirsin, yıllar yılı gazete dağıtırsın, hiç yok mu etrafında tanıdık gazeteci?’’ Hulki Efendi küskünlüğünü unutarak ‘’Sevde hanımın akrabası bir gazetede editör diye biliyorum amma yanılıyor da olabilirim, hele ona bir sorun’’ dedi.
Sevinmişti Süheyla hanım hem de delicesine. Bir gazete bile olsa sesini duyuracak bu haberlerin yapılmasının toplumda yaşanan olayları hafifletmek yerine benzinin üzerine ateşle gitmekle aynı görevi gördüğünü anlatacaktı. Çaldı Sevde hanımın kapısını. Çapkın oğlan açmıştı kapıyı, yüzünü azdırdı ve annesinin evde olup olmadığını sordu, Süheyla hanım. Oğlan Süheyla hanımdan hafif tırsmıştı ve koşar adımlarla annesini çağırdı. İçeri buyur ettiler onu. Süheyla hanım lafı fazla dolandırmadan konuya girdi:
‘’Bak Sevde hanım, durum durum bundan ibaret, senin de bir tanıdığın varmış Zürriyet gazetesinde, gel bir el atalım bu duruma’’
Sevde hanım küçümseyerek:
‘’Vallahi Süheyla hanımcığım, Zürriyet gazetesinde tanıdığım bir değil, üç tane ancak bu tür küçük hadiselerle onları yormak, kredimi kullanmak istemem, daha oğlanın bir sürü yazılı / sözlü mülakatı var. Sen de epey büyütüyorsun bu meseleleri canım, az keyiflen!’’
Süheyla hanım ısrar etmiş, deyim yerindeyse yüzünün suyunu dökmüş ancak Sevde hanımı ikna edememişti. Çaresizce kalkarken Sevde hanımın kızını gördü, adını sorup hal hatır ettikten sonra ona sarılarak evden ayrıldı.
Bu olayların yaşanmasının üzerinden yaklaşık 3 yıl geçmişti, Süheyla hanım artık 40’a merdiven dayamış, Türkiye aynı Türkiye, erkekler aynı erkekler, kadınlar aynı kadınlardı. Değişen tek şey yaşı, saçı ve bedeniydi. Zihinler bir hapishanede esir tutulmuştu sanki. Kimse doğruya doğru demiyor, çıkarları hangi istikametteyse o yönü doğru addediyordu. Değişen bir şey daha vardı, artık evinde TV bulunuyordu Süheyla hanımın. O gün sabah haberlerine bakmak üzere açıverdi. Açmasıyla, buhranlara sevk olması yine bir oldu. Bu kez kadın cinayeti pek uzakta değil aynı mahallede cereyan etmişti. Masada ne var ne yok hepsini dağıttı, kumandayı duvara fırlattı. Bağırmak için camı açtı, imdaaaaattt! Allahım beni bu cehennemden kurtar demek istiyordu. Tam bağıracak sıra karşı apartmanın girişinde gördü Sevde hanımı. Yerlerde sürünüyor, yırtınıyor, bağrına bağrına vuruyordu. Evet! Ölen kızıydı. Yaklaşık 3 sene önce ne olursa olsun bir kocaya verebilmek, sırtından bir yükü daha hafifletmek adına ipe sapa gelmez bir adamın evine gelin etmişti kızını. Adam gül gibi kızı her gün aldatıyor, her Allah'ın günü ise işkence ediyordu. Kız ağzını açmaya yeltense ‘Sen şerefsiz, ırz düşmanı ağabeyine dön bak önce’ diyordu. Sevde hanımın oğlu da fuhuş baskınında yakalanmış bir kaç gün nezaret yüzü görmüştü. Ancak çamurun izi silinmemiş bütün mahallece ‘çapkın’ sıfatlı çocuk bir anda ırz düşmanına dönmüştü. Kimse ona kız vermek istemiyordu. Yabancı memleketlerden getirdiği kızların aileleri de ufacık bir araştırma sonucunda oğlanın ne mal olduğunu anlıyorlar, uzaklaşıyorlardı.
Süheyla hanım daima siyah giyinirdi. Dünyayı matem evine benzetirdi, her gün cenazemiz kalkıyordu ona göre evrende. Yine matem elbiselerini çekti üstüne, karşı apartmana yol aldı. Eve girdiğinde kadının acı dolu çığlıkları yüreğine aktı. Kafasını diğer odaya çevirdiğinde Zürriyet gazetesinde kendisini kapıdan kova birkaç kişiyi de gördü. Ne gariptir onlar da Süheyla hanımı tanımışlardı. Sevde hanım, Süheyla hanımın geldiğini görünce kalabalığı yararak üstüne üstüne yürüdü kadının ve bağırdı: Ben demiştim demeye mi geldiiinnn!!! Çığlıklar bu sefer asabiyet istikametinde ilerliyordu. Süheyla hanım ses etmedi, ''başınız sağolsun'' diyerekten evden kaçar adımlarla uzaklaştı.
Sevde hanımın kızının ölümünden sonra yaklaşık 10 cinayet daha gerçekleşti. Bu cinayetler 1 aylık zaman zarfında olmuştu, kan kanı çekiyordu sanki. İnsanlar TV’de izlediklerinden cesaret alıyorlardı. Süheyla hanım haklı çıkmasına çıkmıştı ancak sonu böyle biten bir haklılığın Allah belasını vermesin miydi?
Bir gün yine kapısı çaldı Süheyla hanımın. Kapıyı açtığında karşısında Sevde hanım ve Zürriyet gazetesinin editörü duruyordu. Tek bir soru sordu Sevde hanım: ‘’Buna artık dur diyelim mi?’’
Dönüp dolaşıp aynı soru kemiriyor kafamı: Bir ateşin var olduğunu kabul etmek ya da anlamak için illa o ateşte yanmak mı gerekiyor?