Gönderi

Ölü bir fotoğraf makinesi gibi değil, bir sarhoş şarkısı, bir deli sayıklaması verimi gibi de değil, olanı olduğu gibi gören canlı bir insan kafası gibi, bir “ruhlar mühendisi” ne benzeyen kitapları severim. Bence büyük sanat kitaplarını, sahicileri sahtelerden ayıran hususiyet şudur: Olanı durgun, taş kesilmiş olarak değil, olanı olduğu gibi, yani doğuş, oluş ve ölüş akışında aksettirmek. Dünü öğrenip, bugünü anlayıp, yarını sezebilmek. Göte’nin Faust’u, Balzak’ın romanları, Henri Heine’nin şiirleri, Şekspir’in dramları böyle oldukları için büyüktürler. Belki, kısa yazıldığı için bir parça da karışık kaçan bu başlangıcı niçin yaptım? Söyleyeyim. Elime, çoktandır benzerlerine az rastladığım bir tercüme geçti. Gorki’den Türkçeye çevrilmiş 80 sayfalık bir kitap. Kitabın adı: Mahkûmlar. Ben bu büyük hikâyeyi aslından okumuştum. Birçok dillere çevrilmiş olduğunu duymuştum. Türkçeye çevrilmesi büyük bir kazançtır. Yalnız, bence, bazı yazıcılar vardır ki, tıpkı klasiklerde olduğu gibi, doğrudan, doğruya kendi dillerinden çevrilmeleri gerektir. Nasıl Molyer’i İngilizce yahut Almanca tercümesinden Türkçeye çevirmek bir parça suyunun suyu olursa, Gorki’yi, bu sefer olduğu gibi, İtalyanca tercümesinden Türkçeye çevirmek öylece suyunun suyu olur. Mahkûmlar özünü kaybetmemiş, daha doğrusu, bu eserin özünü kaybetmesi zaten ancak bir kasıt eseri olabilir. Fakat “Gorki, bu tercümesiyle dışından bir hayli kaybetmiş” demezsem yalan söylemiş olurum. Bize bu kitabı verenlere, “Teşekkür ederiz,” demek nasıl sadece bir nezaket işi değilse, “Bu kitapların tercümesinde çok dikkatli olmalısınız,” demek de bir kabalık değildir sanıyorum. [Nazım Hikmet (Orhan Selim takma adıyla) / Akşam, 30.01.1936]
·
10 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.