Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Sorgu(sal)
Anlayabildiğimiz ise çok somut bir gerçekliktir: Kuramla devrimin arası açıldıkça, amuda kaldırma kapasitesi de artmaktadır kitaplarda. Perry Anderson’ın “Batı’da Sol Düşünce” adlı çalışmasıyla, Alan Sokal ve Jean Bricmont imzalı “Son Moda Saçmalar” bir arada okunup düşünüldüğünde, bu tablo daha bütünlüklü olarak çıkıyor aslında açığa. Bir tarafta siyasetten, strateji ve perspektif üretiminden, “devrim ihtimali”nden uzaklaşmanın yaşattığı tıkanmayı “yeni sol”un ilk temsilcilerinden itibaren takip etmek, diğer tarafta bu mesafe iyice açıldığında saçmalaşmaya nasıl dönüştüğünü izlemek; neden amuda kalkmamız gerektiğini koyuveriyor ortaya. Yıllar içerisinde marksizmin yeni yeni komşuları beliriyor ve kuramla devrim arasındaki mesafe iyice büyüyor. Sadece komşu olarak kalsalar, çok sorun yaşanmayacak belki de. Ancak Frankfurt Okulu’ndan ilk, post ve daha post yapısalcılara, oradan da Zizek, Derrida, Habermas, Negri gibi yazarlara uzanıldığında, görülüyor ki, içeriye de giriyorlar sıklıkla. Daha doğrusu, güvenip anahtar teslim ettiğiniz komşular, haneye tecavüz açısından bakıldığında, birinci dereceden şüpheliler arasındalar. Çok sayıda örnek bulunabilir, burada kısaca didikleyeceğimiz iki tanesi ise Theodor W. Adorno’dan “Minima Moralia” ile Michel Foucault’dan “Kelimeler ve Şeyler”dir... Foucault dendiğinde, “tarihin kapısından geçemeyen konuların tarihini yazmak” türünden, başlıbaşına enteresan bir uğraşla karşılaşıyorsunuz zaten. Yazarın, deliliği, hapishaneyi ya da cinselliği, kendi bilgi arkeolojisinin nesnesi haline getirip incelemesinden, yaptığı tarihi dalışlardan (ve kimi bulutsu buluntularından) yararlanmak mümkündür elbette. Ama ilgili çalışmalarında “mevzu” daha köşeli iken, “Kelimeler ve Şeyler”deki yuvarlaklık, bu türden bir yararı bile engellemektedir. Örneğin kitapta “ideoloji ve eleştiri” alt başlığında şöyle bir cümleye denk gelince kopabiliyor insan, elinde olmadan: “Bir dilin tanımlanmasına izin veren şey, onun temsilleri temsil etme biçimi değil de, belli bir iç mimari, kelimeleri birbirine nazaran işgal ettikleri gramatikal konuma nazaran değiştirmenin belli bir biçimidir: Bu onun bükümsel işlevidir.” (meraklısı için not; sahifesi 312’dir). Şimdi, çok ayıp ve kaba olacak ama, herhangi bir anlam elde edebilmek için, buradaki “bükümsel” yerine, çok zengin kafiyeli başka bir “şey” ya da “kelime” getirmek dışında bir çare de gelmiyor aklımıza. (Bizdeki “moralia”, böyle “minima” olduktan sonra...) Olmadı, şöyle bir soru sorulur: Yapıbozum dediklerinin pek çok türü olabilir elbette ama; tarihe, bakılan dönemdeki düşünürlerin “akıl yapısı”yla yönelip (Ortaçağ’daki skolastiği bugüne yankılamayı bir değer haline getirip) o yapıyı bugünün “bozum dili”yle ifade etmek doğru mudur? Aslında, eski metinlerden ve Ortaçağ’dan bilgi ya da kuram değil, ifade ve bilgelik çıktığı için “doğruluk” bir başka konudur. Irak çağrışımlara açılan bağlantı yolları kurmak, bu kadar mı zordur? Bildiğimiz/gördüğümüz şeyleri istediğimiz kadar anlatalım, bilinen/görünen şey hiçbir zaman söylenen şeyin içine sığmaz. O halde kuramda da, Borges öykülerinde olduğu gibi eski metinlere gidip, örneğin hayvanlara dönük keyfi sınıflandırmalar geliştirebiliriz: “imparatora ait olanlar, içi saman doldurulmuş olanlar, deniz kızları, süt domuzları, masalsı hayvanlar, evcilleştirilmiş hayvanlar, deli gibi çırpınanlar, testiyi kırmış olanlar, sayılamayacak kadar çok olanlar, başıboş köpekler, uzaktan sineğe benzeyenler, vesaire...”
·
19 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.