Kapitalizm ve meta, anarşik iletişim teknikleri, para dolaşımının sınırsız otoritesi, güvenlik takıntısı, işte bunlar çağdaş dünyanın, tüm biçimleriyle devrim arzusunun serpilip gelişmesinin karşısına çıkardığı dört ana engeldir. Bu engeller, önüne geçilemez hakiki yaşam ve mutluluk fikrinin, tüketime dayalı bir tatmin görünüşüne indirgenmesini hedeflerler.
Peki, felsefe bu bahse, bu meydan okumaya nasıl yanıt vermeli? Yanıt verebilir mi? Buna muktedir mi?
Buna ana hatlarıyla bir yanıt verebilmek için, dünya çapında felsefenin durumunu olabildiğince basitleştirelim. O zaman üç ana akım ayırt edilecektir.
İlk olarak, Alman Romantizmine kadar uzanan fenomenolojik ve hermönetik akım vardır ve bu akımın önde gelen çağdaş temsilcileri, geniş anlamda, Heidegger ve Gadamer’dir.
İkinci olarak, kökenini Wittgenstein ve Carnap’la birlikte Viyana çevresinde bulan ve bugün tüm İngiliz ve Amerika üniversite felsefesine hâkim olan analitik akım vardır. Ve üçüncü olarak, diğer ikisinin yolunu izleyen ve Jacques Derrida ya da Jean-François Lyotard bağlantısıyla düşünüldüğünde kuşkusuz Fransa’da daha etkili olmuş olan postmodern akım vardır.
Elbette, bu üç temel yönelimin bağrında, sayısız karışım, kesişim, düğüm ve ortak payda bulunur ama sanırım bunların,
mevcut durumun kabul edilebilir bir tür haritasını çizmek gibi bir üstünlükleri var. Bizi burada ilgilendiren, her akımın felsefe
arzusunu ve bu arzunun gerçek dünyada olası yaratıcı etkilerini nasıl ifade ettiği ya da saptadığı. Yani her akım için, duygusu
( affect) 2 gerçek mutluluk olan hakiki yaşama dair açık ya da örtük tanım nedir?
Hermönetik akım amaç olarak varoluşun ve düşünceninşifresini çözmeyi seçer ve merkezî kavramının yorum kavramı olduğu söylenebilir. Anlamı karanlık, gizil, saklı, meçhul sözler, eylemler, şekillenmeler, tarihsel yazgılar vardır. Bir yorum yöntemi bu karanlığın aydınlatılmasının peşine düşecek
ve bizzat varlığın yazgısıyla bağlantısı içinde bizim yazgımızın bir figürü olan ilksel bir anlamı oluşa getirmeye çalışacaktır.
Eğer asli işlemci yorum kavramı ise söz konusu olan kuşkusuz başlangıçta görünür olmayan bir anlamın örtüsünü kaldırmak
ya da bu anlamı açmaktır. Hermönetik soy ağacı felsefesinin en önemli ve nihai karşıtlığı kapalı ve açık karşıtlığıdır. Felsefe
nin yazgısı, gizil anlamda açıklıkta durmak ve netice itibarıyladüşünceyi anlam kapalılığına, gizilliğine ve karanlığına gömülmüşlüğünden kurtarmak ve onun yolunu açmaktır. Devrimci
arzu, düşüncede, bir aydınlanma arzusudur. Ve gerçek mutluluk da Açıklığın öznel figürüdür.
Analitik akıma göreyse felsefenin amacı, anlama sahip ya da anlamı olan önermelerle anlama sahip olmayan önerme
ler arasına, söyleme hakkına sahip olduklarımızla söylenmesi olanaksız olanlar arasına, paylaşılan/ortak bir anlam etrafında
uzlaşma sağlanabilenlerle buna elverişli olmayanlar arasına kesin bir sınır çekmektir. Burada temel araç yorum değil, bizzat
önerme tümcelerinin dilbilgisi ve mantık bakımından çözümlenmesidir, zaten bu yüzden bu akım geniş ölçüde, matematik
sel biçimi de dâhil olmak üzere mantığın mirasına başvurmuştur. Dilin yasalarının ve kaynaklarının incelenmesi söz konu
sudur ve bu kez merkezî kavram kural kavramıdır. Anlam üzerinde uyuşmaya izin veren kuralı ortaya çıkarmak, işte felsefe
etkinliğinin asli bahis konusu nihayetinde budur.
Söylemek gerekir ki bu kez en önemli karşıtlık kapalı ve açık arasında değil, kurallı/düzenli olan ile kural dışı/düzensiz olan arasındaki,
bilinen bir yasaya uygun olan ile bir kurala göre belirlenebilen her yasadan azade olduğundan ister istemez yanılsamaya ve
uzlaşmazlığa yol açan arasındaki karşıtlıktır. Bu görüş açısından felsefe tedavi ve eleştiri amacı güder. Yapılması gereken,bizi bölen yanılsamaları, ayrılık ve karşıtlık yaratan anlamsızları (non-sens) ortadan kaldırmaktır. Devrimci arzu, düşüncede, anlamın demokratik paylaşımı arzusudur. Ve gerçek mutluluk da demokrasi duygusudur.
Nihayet, postmodern akım felsefenin amacı olarak modernliğimizin yerleştirdiği apaçıklıkların yapısını sökmeyi görür.
Bu sefer söz konusu olan gizli bir anlamın kabuğunu çatlatıpaçmak ya da anlamı anlamsızdan ayırt etmek değildir. Söz ko
nusu olan, bizzat anlam sorusunu başka bir şekilde ortaya koymak ve bunun için de onun önceki hâlinin yapısını sökmek,
özellikle 19. yüzyılda ve öncesinde kurulan tarihsel özne, ilerleme, devrim, insanlık fikri gibi büyük yapıları dağıtmak, bozmak gerektiğini göstermek ve hem düşüncede hem de eylemde indirgenemez bir kayıtlar (registre) ve diller çokluğu, yani
anlama dair bütünselleştirici bir sorunsal içinde soğurulmaya ve birleştirilmeye izin vermeyen bir çoğulluk olduğunu göz
ler önüne sermektir. Temelde postmodern düşüncenin gayesi bütünlük fikrini yapısöküme uğratmaktır; bu yolla felsefenin
kendisi masaya yatırılır ve istikrarı bozulur. Öyle ki postmodern akım daha ziyade melez ya da arı olmayan uygulamalar diye adlandırılabilecek şeyleri etkinleştirecektir. Düşünceyi sınırlara, kenarlara, ara cümlelere yerleştirecektir. Özellikle de
postmodern akım felsefi düşünce mirasım, onu sanatın yazgısına bağlayan bir oyunda konumlandıracaktır. Velhasıl devrimci
arzu yeni yaşam biçimleri icat etme arzusudur ve gerçek mutluluk da bu biçimlerin zevkinden başka bir şey değildir.
Öyleyse şimdi bizi ilgilendiren, kendimize bu üç başat yönelimde ortak özellikler olup olmadığım sormaktır. Bunların,
dünyanın felsefe arzusuna karşı koymak için tutuştuğu bahse karşılık verme ta alarmda, şu ya da bu noktada koşut ya da kar
şılaştırılabilir yollar tutup tutmadığım kendimize sormaktır.
Öncelikle çok önemli olumsuz bir özellik vardır. Bu üç akım metafiziğin sonunu ve dolayısıyla adeta felsefenin, en azındanklasik anlamında ya da Heidegger’in söyleyeceği gibi yazgısal anlamında felsefenin sonunu ilan eder. Heidegger’e göre, meta
fiziğin tarihinin sona ermesi/kapanışı (clöture) söz konusudur. Felsefe metafizik unsurun içinde daha ileri hareket etmekte
yetersiz kalmaktadır. Ve bu sona erme, varlığın ve düşüncenin tarihinin tüm bir döneminin de sona erişidir. Aynı zamanda, “hakikat arayışı” diye tarif edilen geleneksel tanımıyla klasik felsefeye yön veren hakikat idealinin yerini anlamın çoğullu
ğu fikri alır. Felsefenin güncel parolasının, klasik felsefenin (ya da dilerseniz metafiziğin) merkezî kategorisi olan hakikat ile
modernlikte klasik hakikat sorusunun sona erdiği yerde vücut bulduğu varsayılan anlam sorusu arasındaki kesin karşıtlık et
rafında şekillendiğine ben derinden kani olmuş durumdayım.
Hermönetik akım için hakikat, varlığın yazgısal anlamı yönünde aşılması gereken, metafiziğin bir kategorisidir. Dünya,
hiçbiri aşkın olmadığı için öne çıkamayan birbirinin içine geçmiş yorumlardan mürekkeptir. Açıklığın müstakbel egemenli
ği bizi, vaktiyle doğru fikrin temsil ettiği soyut tekanlamlılıktan kurtarır.
Analitik akım için, “hakikat arayışı” gibi büyük bir tasarıyırafa kaldırmak gerektiği açıktır. Yegâne başlangıç noktası öner
me tümcelerinin oluşturulmasıdır. Anlamın kendisi referans alman dil bilgisine bağlıdır. Anlam ile anlamsız arasında sınır
çekmek istendiğinde hep, içinde yapıp ettiğimiz kurallar evrenine göndermede bulunmamız gerekir. Netice itibarıyla kıyas
götürmez pek çok anlam ya da birçok anlam rejimi vardır vebu da tam olarak Wittgenstein m dil oyunları diye adlandırdığı şeydir. Dil oyunlarının çoğulluğu, hakikatin yönlendirdiği
saydam bir düşünceye dalma (recollection transparante) fikrine
açıkça karşıttır.
Son olarak postmodern akım, hakikatlerin geleneksel dayanağını, yani felsefenin geleneksel olarak özne adını verdiği
şeyi -ki hakikat özne için vardır- yapısöküme uğratır. Özne kategorisinin metafiziğin bir ürünü olması nedeniyle yapısö-kümü amaçlamanın postmodern akımın asli bir ekseni olduğu söylenebilir. Dolayısıyla kendisi için, kendisi aracılığıyla ya da kendisinden hareketle bir hakikatin var olacağı bir özne yoktur. Yalnızca birbirine benzemeyen oluşlar, vakalar ve meydana çıkışlar vardır ve bu bambaşka vakaları karşılamak için de
birbirinden farklı söylem türleri vardır.
Nihayetinde, hermönetik, analitik ve postmodernlik, modernliğin simgesi olan açık ve çoğul anlam ile metafizik, arka
ik, hatta “totaliter” olarak görülen tekanlamlı hakikat fikri arasında üç açıdan karşıtlık ortaya koyar. Olumsuz ortak özellik
için bu kadar söz yeter.
Şimdi de olumlu açıdan bakarsak, çok çarpıcı ortak bir özellik vardır: Dilin merkezî önemi. Hakikaten de bu üç akım aracılığıyla ve bunların yapısı içinde, Batı felsefesinde büyük
dil dönemeci diye adlandırılabilecek şey vuku bulmuştur. Dilin merkezî yeri, yine burada da, bu üç akım içinde farklı farklı biçimlerde ortaya çıkmış olsa bile üçünün belki de en görünür ortak özelliğidir. Hermönetik akım için, elbette, yorum,yorumlama etkinliği temelde söz edimlerinden, anlamlama
edimlerinden hareketle gerçekleşir ve dil son tahlilde açıklık meselesinin işlediği mahallin ta kendisidir. Başka hiçbir yer
de değil de işte burada, “söze doğru yolda [olmada]”3 bizim düşünceye yatkınlığımız gerçekleşir (zira söz/dil de (parole) yorum usulü içinde anlaşılmalıdır). Analitik akım için, ana madde önerme tümceleridir ve nihayetinde, felsefe kuralın gücünün etkisi altında genelleşmiş bir tür dil bilgisidir [gra
mer]. Var olanlar, cümleler, fragmanlar ya da söylem türleridir.
Son olarak, postmodern yapısöküm, metafizik soyutlamaların sabitliğine karşı yürütülen bir dil ve yazı faaliyetidir. Böyleceüç akım da, dil meselesini olduğu hâliyle felsefenin mutlak
merkezine yerleştirir ve ister yorum ister kural ister söz ve yazı karşıtlığı kisvesi altında yapısöküm söz konusu olsun, en niha
yetinde dil, zamanımızın büyük tarihsel aşkınlığı diye adlandırılabilecek şey olarak kabul edilir. Sonuç olarak, basitleştirerek
söylersek, ana eğilimleri içinde çağdaş felsefenin iki aksiyom
öne sürdüğünü söylemek gerekir, onun kurucu mantığı budur:
- ilk aksiyom: hakikat metafiziği olanaksız hâle gelmiştir.
- ikinci aksiyom: dil düşüncenin ana yeridir çünkü anlam
meselesinin mesken tuttuğu yer orasıdır.
Bu iki aksiyom kendi tarzlarında bugünün felsefi sorusunun asli parolası olan karşıtlığı yapılandırır.
Benim kendi konumuma gelecek olursak, bu iki aksiyomda -hakikat metafiziğinin olanaksızlığı ve dilin kurucu niteliği- büyük bir tehlike vardır. Bu tehlike, felsefenin, kendi aksiyomlarından yola çıkarak kendi arzusunu, çağdaş dünyanın bu arzuya uyguladığı baskı karşısında ayakta tutmaktan aciz olmasıdır. Kısacası bu, her türlü devrimci erdemi kaybetme ve hatta salt bireyci ve kimlikçi tatmin öğretisinden yana durarak hakiki yaşam ve dolayısıyla mutluluk gayesini terk etme tehlikesidir.