Gönderi

Şimdi sizin aşk anlayışınıza gelelim. Rimbaud'nun aşkı yeniden icat etmek istediğini söylemiştik. Peki ama aşk hangi düşünceden hareketle yeniden icat edilebilir? -Aşk sorunu her bireyin deneyimine karşılık gelen iki noktadan hareketle ele alınmalı diye düşünüyorum. Öncelikle, aşk bir ayrılığı ya da bölünmeyi işler, bu da sonsuz öznellikleriyle iki kişi arasındaki basit fark olabilir. Söz konusu ayrılık çoğunlukla cinsel farktan ileri gelir. Ama öyle olmadığında, aşk yine de farklı tasarımlı iki figürün, iki tavrın karşılaştırılmasını gerektirir. Başka bir deyişle, aşkta, elinizdeki ilk öğe bir ayrılıktır, bir bölünmedir, bir farktır. “İki” vardır elinizde. Aşk önce bir İki’yi işler. İkinci noktaya baktığımızda, aşk tam da bir bölünmeyi işlediğinden, o İki’nin kendini göstereceği, olduğu haliyle sahneye çıkacağı ve dünyayı yeni bir biçimde sınayacağı anda, ancak rastlantısal ya da olumsal bir biçime bürünebilir. İşte buna karşılaşma denir. Aşk bir karşılaşmadan her zaman bir şeyler öğrenir. Ben bu karşılaşmaya bir şekilde doğa ötesi anlamda bir "olay” gibi, demek ki şeylerin dolaysız yasasına uymayan bir şey gibi bakıyorum. Aşkın bu çıkış noktasını sahneye taşıyan yazınsal ya da sanatsal örnekler sayısızdır. İki sevgilinin aynı sınıftan, aynı öbekten, aynı boydan ya da hatta aynı ülkeden olmadığı, İki’nin özellikle belirgin olduğu durumlara adanmış pek çok anlatı ve roman vardır. Romeo ve Juliet kuşkusuz bu bölünmenin alegorisidir hâlâ, çünkü bu iki kahraman bir­birine düşman dünyaların insanıdırlar. Aşkın en güçlü ikilikleri ve en köklü ayrılıkları kat eden bu köşegen bi­çimli tarafı çok önemli bir öğedir. İki farkın karşılaşması bir olaydır, olumsaldır, şaşırtıcıdır, yine tiyatro alanından bir sözle “aşkın sürprizleri”dir bu. Bu olaydan sonra, aşk eğitilebilir ve benimsenebilir. Bu ilk noktadır, çok ama çok önemlidir. Bu sürpriz, temelinde bir dünya deneyimi olan bir süreci başlatır. Aşk yalnızca iki birey arasındaki karşılaşma ve kapalı ilişkiler değildir, o bir kurma işlemi­dir, artık Bir’in değil, İki’nin bakış açısından bir yaşam oluşur. Ben buna “İki’nin sahnesi” diyorum. Kişisel olarak, yalnızca başlangıç sorunlarıyla değil, süre ve süreç sorun­larıyla da ilgilendim her zaman. Siz diyorsunuz ki aşk karşılaşmayla özetlenemez, ama süre içinde gerçekleşir. Neden özneyle nesnenin birbirine karıştığı bir aşk anlayışını kabul etmiyorsunuz? -Aşk üstüne bugün de hâlâ çok yaygın olan ve bir şekilde aşkı karşılaşmada harcayan romantik bir anlayış olduğu­nu düşünüyorum. Demek istediğim şu ki, aşk şu haliyle dünyada karşılaşmada, büyülü bir dışsallık anında yakı­lıp kül ediliyor, tüketiliyor, harcanıyor. Orada mucize gibi bir şey oluyor, varlık yoğunlaşıyor, özneyle nesnenin birbirine karıştığı bir karşılaşma meydana geliyor. Ama olaylar böyle geliştiğinde, karşımızdaki “İki’nin sahnesi"değil, “Bir’in sahnesi” olur. Özneyle nesnenin birbirine karıştığı aşk anlayışı şudur: İki sevgili karşılaşır ve dünya­ ya karşı Bir’in kahramanlığı olarak adlandırılabilecek bir şey meydana gelir. Romantik mitolojide bu birleşme noktasının çoğunlukla ölüme yol açtığı fark edilecektir. Aşkla ölüm arasında sıkı ve derin bit ilişki vardır, bu ilişkinin doruk noktası da hiç kuşkusuz Richard Wagner’in Tristan ve Isolde’sindedir, çünkü aşk karşılaşmanın dile sığmaz ve olağanüstü anı uğrunda harcanmış ve sonrasında ilişkinin dışında kalan dünyaya bir daha geri dönülemez olmuştur. Bu köktenci romantik anlayıştır ve bence kabul edilmemelidir. Olağanüstü bir sanatsal güzelliği olsa da, bence varoluş açısından ciddi sakıncaları vardır. Kanımca, ona güçlü bir sanatsal mit olarak bakmalıyız, ama aşk üstüne gerçek bir felsefe olarak değerlendirmemeliyiz. Çünkü aşk yine de dünyada meydana gelir. Önceden kestirilemeyecek, dünyanın yasalarına göre hesaplanamayacak bir olaydır o. Karşılaşmanın ayarlanması hiçbir şekilde sağlanamaz -önceden uzun uzun chat’leşilse bile Meetic bile yapamaz bunu!-, çünkü insanlar birbirlerini gördükleri anda birbirlerini görmüş olurlar, bu değişmez! Ama aşk karşılaşmaya indirgenemez, çünkü o bir kurma işlemidir. Aşk düşüncesinin bilmecesi o kurma işlemini gerçeğe dönüştüren süre sorunudur. İşin özünde, en ilginç nokta başlangıçların esrikliği sorunu değildir. Elbette başlangıçların esrikliği diye bir şey vardır, ama aşk denilen şey her şeyden önce kalıcı bir kurma işlemidir. Şöyle diyelim: Aşk inatçı bir serüvendir. Serüven dolu tarafı gereklidir gerekli olmasına ama inat da gerekir. Karşımıza çıkan ilk engelde, ilk ciddi görüş ayrılığında, ilk sıkıntılarda vazgeçmek aşkın bozulmuş bir halini yansıtır. Gerçek aşk uzamın, dünyanın ve zamanın yarattığı engelleri kalıcı biçimde, kimi zaman acı çekerek alt eden aşktır.
·
29 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.