Gönderi

1025 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 652 days
"Ben hasta bir adamım... " diye söze giriş yapar  çok sevdiğim bir kitabında , tüm zamanların en büyük yazarı. Ama bu bildiğimiz türden bir hastalık değil tabi; Hastalık, bir toplumun dibe batmış ahlak sisteminin yeni düzende tanımlı adıydı, Tanrının mı yoksa insanın mı kurtuluş yolunda anlam aradığı ikili sarmalın galibinin içinde bulunduğu aşağılanmaydı, kişiliklerin maskelerin ardında bölünmüş, parçalanmış bir bütün olma çabası içinde uğradıkları karakter saldırısıydı, kalbin sınırlarında zamanın soluğunun yalnızlığı zehirlediği bir cehennemdi. Ya da insan olma aşamasında sınıra en çok yaklaşanın içinde bulunduğu anlama aşamasıydı... 'Yeraltın'ndan giriş yapmak istedim, bu romanın karakter analizini yapabilmek için mutlaka bu notlara göz atmak gerekiyordu. Çünkü oradaki kendi hasta kişiliğini yazdığı düşünülen karakter hakkındaki bilgiyi orda bulabilirdim. Ama yine de eksik olan bir şey vardı, tam da işte bu buldum dediğim anda bir eksiklik insanın yüzüne çarpıyordu... Karamazov Kardeşler, benim için en iyi kitaplar sıralamasında her zaman ilk sırada yerini korudu. Çok uzun zaman önce okumaya başladım sayfa olarak kaç defa bitirmiş olsam da hiçbir zaman tam olarak bitirmiş saymadım kendimi. Çünkü o kitabın içinde  Dostoyevski'yi bulmak zorundaydım, o hasta karakteri anlamlandırmak zorundaydım. Neden öyle bir zorunluluk hissettim hiç bilmiyorum. Yazdığı her bir karakterinin ayrı ayrı yerine koyup onu tekrar tekrar okusam da hep bir şeyler eksik oluyordu. Kısaca karakterlerden biraz bahsedecek olursak; İvan, Tanrı tanımaz biri ama Dostoyevski'ye baktığımız zaman katı bir Hristiyan olduğu zamanlar karşımıza çıkıyor. İvan bir arayışın içinde olabilir hatta "Eğer şeytan varsa Tanrı da vardır!" genellemesine ulaşabilir ve bunu kabul edebilir, ama yine de onu temsil ettiği söylenemez. Onda eksik olan şey kabulleniş aşamasında çektiği acılar. İnanç konusunda şüpheci.* Dimitri, babasıyla arası bozuk olan ve sürekli onunla kavga eden, borçları yüzünden yanlış yapmaya meyilli olarak bilinen bir karakteri temsil eder. En çok da onda Dostoyevski'ye yaklaştım diyebilirim. Çünkü benim şuana kadar okuduğum tüm Dostoyevski kitaplarından çıkarımım onun bir 'Uyumsuz' olduğuydu, bunun en iyi örneği de Raskalnikov du ve benim için en çekiçi tarafı da oydu. Dimitri hemen hemen her şeyiyle ona uygun bir karakter olarak görülse de onda eksik olan taraf sorgulama yetisinin eksik olmasıydı bu da Dostoyevski için olmazsa olmazlardandır. Dimitri, sadece uyumsuzu temsil ediyor.** Aleksey, kiliseye bağlı, sınırların dışına çıkmayı reddeden muhafazakar diyebileceğimiz bir karakterde karşımıza çıkar. Onu Dostoyevski'yle bağdaştıran tek şeyi dindar yönüydü ki bu onun sadece bir yönünü temsil ediyordu, bir bütüne yaydığında hiçbir şeydi. Aleksey toplumun büyük bir bülümünü temsil ediyordu sadece. Genel olarak inancına bağlı bir karakter*** Ve Fyodor Pavloviç, şimdiye kadar en çok tartışma konusu olmuş olan karakter. Bencil, vurdum duymaz ve tabiri caizse aşağılık bir baba modeli. Hep Dostoyevski'yle o karakteri bir olarak gören bir kesim oldu. Ama onda eksik olan sağduyuydu belki basit bir örnek olabilir ama Dostoyevski erken yaşta kaybettiği oğlu İlyuşa için bile derinlemesine üzerinde durduğu bir karakter yaratmıştı kitabında. Hatta şunları yazmıştı, "bir çocuğun ölümünü görmektense dünyaya geliş biletimi iade etmek isterim." Bunun için bile onların çok ayrı karakterler olduğu söylenebilir. Pavloviç, tam olarak insanı temsil ediyordu, yani kısacası bencil. **** Ve Pavloviç'in gayri meşru çoçuğu olan Smerdyakov var birde, daha sonra ondan bahsedeceğim çünkü bana göre kilit noktalardan biri de oydu. Tüm karakterlerin yanı sıra romana genel olarak baktığımızda  çürümüş bir ahlak sistemi üzerine inşa edilmiş bir toplum yapısının insanı nasıl etkilediği  işlenmiş. Fyodor Pavloviçin gizemli ölümü sonrası suç kavramının nasıl genele yayıldığı hemen hemen kimsenin masum olmadığı bir analiz sistemi karşımıza çıkıyor. Ve şeytanla Tanrının savaşında şeytanın meydan olarak insan yüreğini seçtiği muhteşem bir kapışma anlatılır. Sadece bu değildi tabi bir de insanın tanrıyla çekişmesi söz konusuydu; " Tanrı için affetmek kolay önemli olan insan kendini affedebilir mi?" Fyodor bir mektubunda şöyle demişti : "Bana psikolok ve benzeri yakıştırmalarda bulunanlar oluyor ama ben sadece insanı anlamak istiyorum bütün hayatım boyunca yaptığım da buydu, pek boşuna yapılmış bir uğraş sayılmaz." diyordu. Benim de yaptığım tam olarak onu anlamak sadece, ve boşuna bir uğraş sayılmaz bana göre! Yalnız bunu yaparken bir sorun çıkıyor karşınıza, hasta bir adamı anlamak için en az onun kadar hasta olmak gerekiyor! Düşünceler bir insanı değiştirir mi? Düşünceler bir insanı yerle bir edecek güce sahiptir, çünkü hangi eylem olursa olsun, ister iyi ister kötü olsun belli başlı düşünceler sonucu eylem gerçekleşir ve bazen bütün bir sistemi etkileme gücüne ulaşır. Pavloviç'in bütün bir toplumu etkisi altına alan ölümünün temelinde bir düşünce yatıyordu ve bu düşünce şuan karşı karşıya olduğumuz yıkımın temelinin atıldığı düşüncenin aynısıdır. "Körü körüne inanma hastalığı!" Smerdyakov'un İvan'a inanması gibi, bizim de önümüze sunulanı hiç kuşkusuz kabul edip yaşamımızı ona göre şekillendirmemiz gibi... Kısacası Smerdyakov, insanın karanlık tarafını temsil ediyordu bu karanlık cehaletin ve tutkuların karanlığıydı. Şimdi bütün karakterleri bir arada düşündüğümüzde ortaya Dostoyevski çıkıyordu, hepsinin birleşimi de denilebilir. Çünkü o hiçbir zaman söylendiği gibi yazdığı bir tek karakteri temsil etmedi hayatının romanında hepsinden biraz olmayı tercih etti. Dostoyevski gerçek hayatta hiçbir zaman bir kahraman değildi; hasta, bencil, uyumsuz, inançla inançsızlık arasında sıkışmış hem reddeden hem de sonuna kadar inanan, fiziksel olarak Epilepsi hastası ve belki de gerçek hayatta karşımıza çıktığında yüzüne bile bakamayacağımız bir bireydi. Ama zaten kimse onun karakterine aşık değildi ki, onun yaratığı karakterlere aşıktı gerçek okuyucusu. Dostoyevski bir kahraman değildi ama kahramanlar yaratan biriydi, onu okuyup da etkilenmeyen heralde kimse yoktur. Onu sevmemizin nedeni içimizdeki kötülüğü onun kahramanları sayesinde legal bir biçimde dışa vurmamız, dünyaya duyurmamızdı, ya da dünyanın içimizdeki çirkinliklerden haberdar olmasını sağlamasıydı. İnsanın içinde dışa vurmayı bekleyen binbir türlü kütülüğü romanındaki karakterleri sayesinde dışa vurduğumuz bir iç ses gibiydi Dostoyevski. Bir insan içinde hangi kötülük varsa, başkaları tarafından yapıldığında o kadar az rahatsız olur; eğer katilseniz katiller, hırsızsanız hırsızlar, ahlaksızsanız namussuzlar ve yalan söylüyorsanız yalancılar sizin pek de karşı olduğunuz kişiler olmaz. Bir toplumda bir suç işlendiği zaman insanlar bu suça karşı kayıtsız kalıyorsa eğer bu o toplumun hepsinin o suçun ortağı olduğu, aralarından kiminin bu suçu işlediği, kimilerinin de o suçu işlemeye meyilli olduğu kimilerinin ise o suçu işlemelerinin önünde engel olduğu için yapmadığıdır. Yani kısacası 'kötülük insanın yüreğindedir' bunu henüz gerçekleştirme şansı bulmamış olması bir şeyi değiştirmez, işte gerçek önümüzde ister bunu kabullenirsin istersen de bundan kaçıp at gözlüklerini çıkarmamakta ısrarcı olursun. Aklımızda şu soru olabilir kötülük insanın istemi dışında içinde gerçekleşiyorsa eğer o zaman insan gerçekten kötü müdür. Evet insan kötüdür! Ama zaten bizim de amacımız bu olması gerekmiyor mu, savaşmak! Yani var olmak bir bakıma savaşta olmak değil mi? Biz bununla savaşmak için olmuş olamaz mıyız? Şimdi insana bırakılmış bir şeyle sizi karşı karşıya bırakmak istiyorum, bununla savaşmak mı yoksa bir korkak gibi savaşmayı reddetmek mi? Bu savaşta yokum diyenin insanım demeye de hakkı yoktur. Biraz da etrafımızda bizi uyuşturan bu bataklıktan kurtulmak ve kurtarmak gibi daha büyük amaçlar edinmemizim zamanı gelmedi mi sizce? Savaşımız her şeyle olmalı, kendi içimizdeki kötülük, dışarıdan bize saldıran kötülük ve başka bir şeye hiç farketmez herhangi bir şeyde olabilir ona saldıran kötülükle olmalı. "İnanın bana korkunç acılar çektim. Ruhumun derinliklerinde, çektiğim acı ile alay eden bir ses işittiğim halde acı çekmeye devam ettim..." diyen Dostoyevski'nin savaş halindeki acılarına belki tanık oluruz bu sayede. Kendi amacımız bizi kazandığımız her savaşta daha büyük olana hazırlamıyorsa eğer o zaman bırakın ona amaç demek yanılgısını. Ulaşmamız gereken hiçbir şey olmayabilir bu işin sonunda ama her ne olursa olsun sonunda savaşmaya değerdi bence dememiz için mücadeleye devam etmek lazım. "Cehennem sevmemekten doğan bir acıdır" der Dostoyevski, bana kalırsa "Cehennem, acıya kayıtsız kalınan yerdir." Demem o ki içimizde kötülük olabilir hatta insan yeryüzünün en aşağılık canlısı da olabilir ama bu iyi olmak için bir şeyleri iyiye dönüştürmek için engel değil ki, işleri daha iyi de daha kötü de yapmak bizim elimizde ve ben bu sözleri söylerken bütün insanlıktan ümidini kesmiş bir haldeyken dile getiriyorum. Bazen insanlar için mutluluk kalmaz diyor, çünkü onu umutlarıyla harcamışlardır. Ama yine de bu üstesinden gelmem gereken bunları aşmam gereken bir eksikliktir. Dostoyevski 'yi sonsuza kadar yaşatacağız çünkü bu bizim ihtiyaç duyduğumuz bir aşağılanma şekli! Sanırım ahlak dersi vermeye kalkışan bu yazıyla haddimdem çok ileri gittiğimi ve bu boş öğütleri git başkasına anlat diyen bir tavrınızın olduğunu biliyorum ama şimdilik bunların bir önemi yok. Karamazovlar ve Dostoyevski için daha binlerce kelime yazabilirim ama bunun bir yerden sonra anlamanın insanın elinde olduğunu biliyorum ve yazdığım bunca laf kalabalığından sonra buraya kadar okuyanlar sizi hayal kırıklığı ve bir kaç dakikanızı almaktan başka birşey yapmadığımı da söyleyebilirim. - Umarım bunun için bir özür beklemiyorsunuzdur- Madem öyle neden yazdın diyebilirsiniz, haklısınız bunun bir gereği yoktu ama "Yine de bunu yazmaya değerdi..."
Karamazov Kardeşler
Karamazov KardeşlerFyodor Dostoyevski · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202335.1k okunma
··
109 views
Quidam okurunun profil resmi
"Aleksey toplumun büyük bir bölümünü temsil ediyordu sadece." Bu yargıya sadece dindarlıktan mı vardınız? Şahsen Aleksey, kitaptaki en eşsiz karakterdi. Buradaki eşsizlik de incelemenizin son kısımlarında bahsettiğiniz savaş kısmından dolayı oluyor. Hem kendi içindeki, hem de dışarıdaki kötülükleri görüyor ve anlayabiliyor. Fakat tüm bunlara rağmen sevgi ve iyiliği her defasında seçebiliyor. Nacizane fikrim, bunu tek başına dindarlığın sağlama imkânı olduğunu düşünmüyorum. İnceleme için teşekkür ederim. Emeğinize sağlık.
Sisyphos okurunun profil resmi
Alyoşa için neden özellikle öyle dediğimi az çok anladığınızı düşünüyorum ama olay sadece dindarlık değil bana göre olayın özünde tüm insanlığı düşündüğümüz zaman Ayoşa olma eğiliminde birer birey olmalarıdır.
3 next answer
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.