Şükrü Erbaş'ı Ömür Hanım'la Güz Konuşmaları ile tanımıştım. Şöyle bir ileti (#30390948) oluşturup şiirden bölümleri parça parça paylaşmıştım. Şiir dediğimizde aklımıza illa da böyle satır satır olacak veya kafiyeler içinde olacak gibi bir şey gelmemeli. Ömür Hanım'la Güz Konuşmaları'nı okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacaksınız. Hee şiirle böyle haşır neşir biri de değilim ama böyle etkilendiğim çok az şair vardır. Mesela Murathan Mungan'ın Yalnız Bir Opera şiiri de bunlardan biridir. Onu da bu kategoriye dahil edebilirim. Şiiri de şöyle bırakayım #28471733
Gelelim Bağbozumu Şarkılarına.
Bazen bir cümle ile bazen uzun uzun anlatımla okuyucuyu her daim satırların içinde tutuyor.
Roquentin'in de dediği gibi (#27446547) "Dilimizin güzelliğini bir şenlik havasında kısa ama etkili hem de kat be kat edebi doyumla" sunuyor bize yazar. Kelimeler öyle güzel ifade ediliyor, öyle güzel yan yana geliyor ki; okuduğunuz bir satırdan sonra şöyle durup uzun uzun düşünüyorsunuz.
Mesela;
"Şimdi yaranda olsam, ağzını dinlesem, saçlarını giyinsem, güzelliğinin göllendiği yatağı sevsem, sevsem..." #42261558
Şükrü Erbaş bize kaliteli bir dil işciliği sunuyor ve biz de bu çıkan işten okudukça büyük bir keyif alıyoruz.
Satırları okuduğunuzda içiniz umut doluyor. Bir günaydın diyor ama öyle sıradan bir günaydın değil bu. Buyurun;
"Uyandım.
Yaşadığıma bir daha şükrettim.
Birazdan kalkacaksın.
Odan can bulacak.
Eşyalar kirpik kirpik uyanacak.
Aynan bayram yeri.
Su değil parmakların akacak musluktan. Terlikler ayaklanacak. Giyindiğin her şey teninle sarhoş.
Pencere, korunun rüzgarıyla öpecek ensenden.
Işık, ışığa karışacak.
Ben, bütün bunların ortasında, titreyerek bakacağım sana.
İnsan nasıl ağlamaz bu büyük masala. Günaydın, beni doğuran sabah."
#42295672