Gönderi
Sinemada seyiriciyi ağlatmak etkilemek kolaydır. Görsel bir durum söz konusu, mimikler hareketler oyunculukta iyiyse, fonda da duygusal bir müzik izleyici ağlar , bende ağlarım... Ama ben ilk defa bir kitabı okurken ağladım...Son sayfayı bitirip kapağı kapattığım da ilk cümlem; “ben bu kitabı bugüne kadar nasıl okumadım” oldu...
Böyle şeyleri okuyunca kaybettiğim sevginin gücüne olan inancımı geri kazanıyorum biliyor musunuz? Fedakarlık nedir, fedakarlık yapmanın bir sınırı var mıdır? Okuyun ve görün...
İki Şehrin Hikayesi, Fransız Devrimi’ne doğru giden süreç içerisinde Paris ve Londra’da yaşananları anlatan bir roman. Dickens, bu iki şehrin insanlarını, hayat şartlarını, aşklarını kendi çok güzel bir şekilde anlatıyor. 19. yüzyılın Paris’ine, Londra’sına götürüyor bizleri. Kitabın ana konusu Fransız ihtilali ve ihtilalden önce ihtilale giden süreç. Soylularla, alt sınıf diye tabir ettikleri halk arasındaki mücadele, kin, nefret, öfke... Ancak Dickens Fransız ihtilalini anlatırken ihtilal öncesi Fransa’da ne kadar adaletsizlik ve zulm varsa ihtilalden sonra da yönetimi ele alanların aynı şekilde kötü olma konusunda gidenlerden farkı olmadığını çok güzel anlatıyor. Dickens’a göre Fransa’da yönetimin düşüşünden sonra hiçbir şey değişmiyor. Dickens, devrim sonrasını da öncesi gibi eleştirip, devrimin ardından yaşanan üç seneyi bir önceki dönemin devamı olarak görüyor... Giotinin sebepsiz yere adaletsiz bir şekilde verilmiş kararlarla kestiği başların ardı arkası bitmiyor... Ve bu ortamda birbirine aşık olan insanlar, dostluklar, yaşamını sürdürmeye devam eden aile kurmaya çalışan insanların hikayesi...Ve sizi alt üst edecek olan kısım ise bir adamın aşkından haberi olmayan sevdiği bir kadın ve dostu için yaptığı fedakarlığın boyutu... Ve kitabın son 5-6 sayfası bir adamın ölmeden önce yazmak isteyipte yazamadığı son sözleri sizi ezip geçecek...
İyi okumalar...
·
8 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.