Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

92 syf.
7/10 puan verdi
Ölümün soğuk elçileri- cellatlar
Ölüm bir ipte sallanan bir ölü. Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm. Fakat emin ol ki sevgili; zavallı bir çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli geçirecekse eğer ipi boğazıma, mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nazım'a! youtu.be/ATxRhKHVX7k Bir insanın ölümü hakkında hüküm vermek, bir başka insanın veya insan grubunun imtiyazında mıdır? Böyle olması doğru mudur peki? Hiç düşündünüz mü, babanızın bir cellat olduğunu? Akşamları elinde öldürdüğü insanların zerreleri ile gelip başınızı okşadığını, belki de size dayak attığını, ya da annenize, ya da kardeşinize. Hiç düşündünüz mü, idamdan kazanılan para ile annenizin size yemekler yaptığını, elbiseler diktiğini. Hiç düşündünüz mü üzerinizdeki her şeyin ölülerin sayesinde, insanları asarak kazanılan para ile var olduğunu? BU NOKTADAN SONRA SIPOYLIR VARDIR!!! Çingene Abdurrahman, hayata bilmem kaç sıfır geriden başlamış. Bir kere bu topraklarda Çingene olarak doğmuş ve yaşadığı dönem ise darbelerin darbe olup halkın yüzünde patladığı bir devir. Üstelik çoğu çingene gibi yoksul, çelimsiz, eğitimsiz ve oldukça esmer. Hırsızlık yüzünden hapse düşmüş. Zengin olma hayali ile giriştikleri bu işte yakayı kaptıran Abdurrahman, hapse girer girmez “hoş geldin” dayağı ile oluk oluk kan içinde kapaklanmış yere. Herkes onunla alay etmiş, ayak işlerinde kullanmış; tıpkı dışarıda olduğu gibi ona bakan tiksinmiş yanık benzinden ötürü. Çingene demek, ÖTEKİ demek, piç demek çoğu zaman. Toplumdan dışlanmış insan demek. Ama koğuşta bir idamlık var ki adı Halil, onu bu zulümden kurtarmış, kol kanat germiş. Aralarında sağlam bir dostluk kurulmuş. “Asılacak adama para gerekmez, al bunları” diye bir kese para vermiş Abdurrahman’a. Bir de nasihat etmiş “Hayatta ne olursa olsun elini kana bulama, kimsenin canını alma”. Abdurrahman onu dinlemiş, çıkınca bir ayakkabıcı tezgahı çatmış geçimini sağlamış. Yaşlı anası ile kalıyormuş. Gecelerden bir gece, kapısı çalınmış polislerce. “Seni çağırıyorlar” demişler ve karakola götürmüşler. Bir kabahat işlediğini sanan Abdurrahman, komiserin ona çay söyleyip sigara ikram etmesiyle afallamış. Yanan sigara dumanında bir hinlik olduğunu nereden bilsin? “Sana işimiz düştü Abdurrahman, senden başkasına güvenmem” demiş baş komiser. “Devlet görevi, gizli, kimseye demeyeceksin, sana inanıyoruz, işin ucunda iyi para da var”. Bu görev, daha doğrusu teklif: para karşılığı cellat olmak. Korkudan ve şaşkınlıktan ne yapacağını bilemez Abdurrahman. Parası da yoktur ve alacağı para baş komiserin aylığından bile fazladır. Hem de çok fazla. “Sadece tekme atacaksın oğlum, ipi bile gardiyanlar geçirecek”. Bir tekmeye o kadar para he? Bir tekmeye bir can ha? Baskı yapmışlar Abdurrahman’a. Düşünmek istemiş. Evinde geçirdiği bir kaç gün cehennem azabı gibiymiş. NE yapacak şimdi? Üstelik sabıkalı olduğu için iş de bulamazken, baş komiser ona “sabıkasını silme” sözü vermiş. Müthiş bir ikilemde kalan Abdurrahman’ın kapısı bir gece yarısı tekrar çalınmış. Doğru cezaevine, infaz var. Eli ayağı titreyen Abdurrahman, müdürün odasında pazarlığa başlamış. Yapmak istemediği halde yapılan psikolojik baskılara dayanamayıp kabul etmiş. “Başında kukuleta olacak, seni tanımayacaklar bile” demişler ve başına geçirmiş o ölümün elçisi kukuletayı. Korkak adımlarla avluya çıkmış. Darağacında hazır bekleyen kişi, onun can dostu olan Halil. Yapamam demiş geri kaçmış, yakalamışlar. İstemeye istemeye karşısına geçmiş. Biliyormuş artık, geri dönüşü yok. Göz göze gelmiş Halil ile. Kendisini tanıdığını sanıp apar topar tekme atmış iskemleye. Halil’in canını almış. Avluda bulunan insanlar ölüm sessizliğine gömülmüş. Gidip parasını almış doğru meyhaneye, attığı tekmeyi unutmak için. İçmiş içmiş ama zerre sarhoş olmamış. Can alma diye nasihatte bulunan dostunun canını almış Çingene Abdurrahman. Sabah olmuş, hala içiyormuş. Polisler gelip onu almış, çünkü yine infaz var. Artık değişmeye başlamış Abdurrahman. Daha fazla para istemiş, sıkı pazarlığa girmiş. Adamı asmış parasını almış, yine meyhane yine sabaha kadar içki. Artık kendinde beliren gücü ve pişmanlığı onu bambaşka bir Abdurrahman yapmış. Önceden yüzüne dahi bakılmayan bir çingene olan adam, artık ölümü cebinde taşıyan bir ölüm meleği oluvermiş. Aldığı parayı da iki gün içinde İzmir’de ezerek tam takır kuru bakır dönmüş. Aradan zaman geçmiş, yine gecenin bir vakti kapısı çalınmış. İnfaz var. Gitmiş, pazarlık yapmış, kukuletayı geçirmiş ve tekmeyi basmış. Ancak tekmeyi tabureye savurmasıyla beraber Abdurrahman’ın son iki haftadır altüst olan sinirleri boşalmış ve taburenin havada dönerek uçması bu esnada da mahkumun oracıkta boynunun kırılarak ölmesi Abdurrahman’a çok komik gelmiş. Kontrolsüzce kahkahalarla gülmeye başlamış. Avluda ölüye kesmiş bir sessizlik, herkesin yüzünde bir korku. Olanlara dayanamayan yaşlı gardiyanın Abdurrahman’a attığı tokat bölmüş geceyi. Daha sonra parayı alıp eve gitmiş. Annesi bu paraların nereden geldiğini sorunca da yaptığı işi anlatmış. Annesi önce korkmuş ama para tatlı, sonra “vatana hizmet” adı altında yapılan bu işe saygı duymuş. Hatta kendi elleriyle kolalı bir kukuleta dikmiş, oğlunu tanımasın idamlıklar diye. ilerleyen günlere 3 kişiyi peş peşe asan Abdurrahman artık bu işte ustalaşmış. Aldığı para yine eriyip gitmiş. Bir daha da onu ne arayan olmuş ne soran. Bir gün meyhanede bir adam yerde ölü bulunmuş. Üzerinde birazcık para, birkaç filtresiz sigara ve kimlik: Abdurrahman B. Üzerini örtmüşler gazete ile. Daha sonra kimsesi olmadığı için belediye bir çukura gömmüş. Çünkü hiç bir sağ yakını kalmamış o zaman. Peki Abdurrahman’ın ölümü böyle mi olmalıydı? Bunun sorumlusu o muydu? Bu onun seçimi miydi? ---------------------------------------------------- Biraz araştırma neticesinde öğrendiklerim: Cellatlar ekseri çingene ve hırvatlardan seçilirmiş. Osmanlı döneminde ise cellat olmanın şartları arasında sağır ve dilsiz olmak varmış. Dilleri kesilirmiş işe alınan insanların. Öldükleri zaman ardında ne bir iz kalırmış ne de bir seda. Mezarlarının yerleri bile bilinmezmiş çoğu zaman. Çünkü üzerlerinde bir şey yazmazmış ve ayrı bir yere, halktan uzaklara gömülürlermiş. İstanbul’da iki yerde cellat mezarlığı olduğu bilinmektedir, Haldun Hürel.”İstanbul’u Geziyorum Gözlerim Açık” adlı eserinde bunlardan birinin, Edirnekapı’dan Ayvansaraya inen kara surlarının Eğrikapı civarında olduğunu yazar. Diğer bir cellat mezarlığı da Eyüp’te, mezarlıklar arasından dar bir yokuşla çıkılan, Fransız yazar Pierre Loti’nin bir müddet yaşadığı, evin önünden gidilerek çıkılan, Karyağdı bayırında, Karyağdıbaba tekkesinin biraz ilerisindedir. Siz de İstanbul’da mezarlıklarda isimsiz bir taş görürseniz, orada dilsiz ve sağır bir cellat yatıyor olabilir. Kellesi koltukta gezmek deyimi nereden geliyor? Osmanlı döneminde kellesi uçurulan insan müslüman ise, bedeni sırt üstü yatırılır ve kellesi koltuğunun altına konurmuş. Müslüman olmayanlarda ise, beden yüz üstü yatırılır ve kellesi kıçlarının üzerine konurmuş. Bu durum hasebiyle üst düzey görevliler arasında “kelle koltukta gezmek” deyimi sıkça kullanılmış. 3. Mehmed de 19 kardeşini bu sağır dilsiz cellatların ellerine bırakmıştır. Topkapı sarayı önünde bulunan bir çeşme var ki ona cellat çeşmesi veya siyaset çeşmesi denirmiş. Yani mahkumların kelleleri kesilince, kelle teşhir edilir, cellatlar ise aletlerindeki ve ellerindeki kanları yıkarlarmış burada. TC’de infazlar sabaha karşı, mahkumun haberi olmadan hatta yatağından alınarak yapılırmış. Hapishanedeki herkesten olabildiğince gizlenirmiş infaz vakti. Avluya bakan pencereler ise seyran yeri olurmuş. Kitaba gelelim. Edebi olarak vasatın biraz üstü ama zaten edebi kaygı ile yazılan bir şey değil. Anıların öyküleştirilmesi. Beni çok değişik duygulara sürükleyen bu öyküye binaen ben de öykü yazmıştım bundan aylar evvel. Gece gece içinizi kararttım affola. Bu kitabı okumak isteyen “hala” varsa kolaylıklar dilerim. Zira gece uyutmayan cinsten bir öykü. Herkeslere güzel günler, keyifli okumalar.
Bir Celladın Anıları
Bir Celladın AnılarıBengüç Özerdem · Akyüz Yayınları · 200211 okunma
··
88 görüntüleme
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Bir kitap için fazlasıyla farklı bir konu. Zira bugüne kadar okuduklarım arasında cellatlı bir konu hiç hatırlamıyorum. Zira senin de dediğin gibi edebi bir kaygı olmayıp anıların öyküleştirilmesi olsa dahi cellatlıkla ilgili herhangi bir bilgimin olmadığını fark ettim. Uç bir meslek doğrusu. Cellat mezarlığı, cellat çeşmesi ya da şu paragrafın "TC’de infazlar sabaha karşı, mahkumun haberi olmadan hatta yatağından alınarak yapılırmış. Hapishanedeki herkesten olabildiğince gizlenirmiş infaz vakti. Avluya bakan pencereler ise seyran yeri olurmuş." Çok karanlık zamanlar be Yasin...
Li-3 okurunun profil resmi
Oldukça çarpıcı bir hayat. Cidden çok absürd bir meslek :(
Roquentin okurunun profil resmi
Eafff çocuğum niye böyle şeyler okuyorsun yaa. Bi de bana bunu zorla aldırdın, nalet. İşte şimdi idam gelsin diyenler için bu mesleğe başvuracak arkadaşlara okutmak mi lazım acaba?
Li-3 okurunun profil resmi
He yaa okusunlar da caysınlar 😥
7 sonraki yanıtı göster
Çaça okurunun profil resmi
Biz korkmayan insana aşığız! Korkmayan bilim insanına, korkmayan politikacıya, korkmayan sanatçıya, korkmayan yazara, gazeteciye, öğretmene, hakime, savcıya! Korkmayana! Arı kovanına çomak sokana, hastalığa panzehir taşıyana, karanlığa ışık yakana. Işık olup yanana. Evet onlara okutmak lazım bunu
Roquentin
Roquentin
; düşündürtmek lazım
Li-3
Li-3
'ün yaptığı gibi. Tişikkirlir sipirmin, ço (!) iyiydi. Devam lütfen 💪👏✨
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.